Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

20 Haziran 2008 Cuma

KADIN RUHU...


KADIN RUHU!..

Havada yalancı baharı tetikleyecek bir sıcaklık vardı. Tüm asaletiyle asırlara meydan okuyan efeler diyarı Edremit’i kucaklayan Kaz dağları ise, açık bulutsuz mavi gökyüzüne dokunmaktaydı. Tepelerini bembeyaz bir yorgan gibi kar örtmekteydi. Yeşil zeytin ağaçları bu örtü diplerinde uyumaktadırlar sanki.

“Aşk gibi, sevda gibi huysuz ve tatlııı kadınnn...Huysuz ve tatlııı kadınnn!..”

Kulağıma tv den gelen TSMüziği korosunun bu tatlı sesi yankılanınca, gülümsedim. Hiç de huysuz değiliz! M. Ö’de M. S’da biz kadınları anlatan, yazan çok şair çok yazar ve çokkk düşünür var olmuş ve gelmiş geçmiştir. Hatta Kazanova bile tarihe imza atan bir sözünü ölüm anında fısıldadığını biliyor muydunuz?
Bir gazeteci sormuş;
”kadınları tanıdınız mı?” yanıt ise,” henüz değil..” olmuş.

Ya Avrupa ve dünyaya kafa tutmuş Napolyon!

“Hiç bir savaş yormadı beni, Josephin’in kalbini kazanmak kadar!”

Şu sözleri söyleyen psikoanalizin babası ünlü Sigmund Freud ise;

”Kadın psikolojisini 30 yıldır incelememe rağmen büyük soruya cevap bulamadım. Gerçekten kadınlar ne istiyor?” oldukça erkekleri zora sokmadı mı?

Hatta uzak doğu ülkesinden de biz kadınlara atıfta bulunmuş bir Çinli;

”Kadına, inanan kendini aldatır. İnanmayan da kadını aldatır!” demekle ülkesinin erkeklerinin kafasını alabora etmiş olduğu kesin.

Baksanıza nüfusu 2 milyara yaklaşan Çin halkı nelere kadir!..
Felsefenin babası olan, Sokrates bence en doğrusunu söylemiş.

“ Kesinlikle evlenin. Karınız iyiyse mutlu değilse filozof olursunuz.”

Hatta kadının zekası hakkında bir fıkra bile anlatılmış çoğu kez.

“Bir alışveriş merkezinde adamın biri yarım kivi almak ister ve olmazlar karşısında kasiyer kadın, patrona danışacağını söyler. Patrona “efendim gerizekalının biri benden yarım kivi istiyor..der ama adam arkasından gelmiş ve bu konuşmaya tanık. Kadın devam eder,”bu beyefendi de diğer yarısını istiyor. Ne yapmam gerekir? Müşteri gittikten sonra marketin sahibi kasiyer bayanı odasına çağırır. ‘Gördüğüm kadarıyla başarılı ve zeki bir bayansın. Nerelisiniz?! Kasiyer bayan,’Brezilya efendim’ diye yanıt verir. Patron şaşırır!’Taa, Brezilya’dan buraya kasiyerlik yapmak için mi geldiniz?’ Genç kadın,’Efendim, Brezilya’da bir kadın ya fahişe ya da futbolcudur.’ Adam gülümser.’Ama benim eşim Brezilya’lıdır’ kasiyer bayan hiç bozuntuya vermez ve ‘ Aaa, ne güzel efendim! Hangi takımda oynamıştı, eşiniz?..”

Gördünüz mü ince ve kıvrak zekayı?
Kadın bir efsane bile olmuş. Kaz dağlarının bir Sarı Kızı anlatılır durur. Peki siz şimdi bana şunu soracaksınız. Ya sizin düşünceniz nedir? Ben, kadınların diğer yarıları olan erkeklerin olmadığı bir dünya asla düşünemiyorum. Onlar olmadan biz eksik kalacağımız kesin. Hani eskiler ne demişler?

” Kadın gümüş gibidir. Arada bir kararır. Parlatman gerek!”

Gördüğünüz gibi, ne kadar yazarsan yaz ne kadar anlatırsan anlat, gökyüzü kağıt, yer yüzü mürekkep ve sözlerimiz kalem olsa bir kadını anlatmakla bitiremeyiz. Kadın aslında zor değil ki! Kadın anlatılmaz, anlatılamaz ki! Peki nedir kadının ruhu?

“Kadın ruhunu dikkatle inceleyen biri, kadının erkek güzelliğine duyduğu tensel tutkunun çok rastlanan bir şey olduğunu savunmayacaktır. Kadınların birincisi erkeksi yaratılışlı olanı, ikincisi kuşkusuz sınırsız özgürlük yaşamış olanlar(fahişeler), üçüncüleri arkalarında eksiksiz bir cinsel yaşamları olanlar ve olgunluk çağına girmekte olan kadınlar ve dördüncü olarak da ruhsal yapıları nedeniyle “olağanüstü yaradılışta” olan kadınlardır.


Bu dört kadın türünde , erkek güzelliği karşısında kendilerini belirgin biçimde zayıf kılan ortak bir özellik vardır. Sevgi!..Çok iyi bilindiği gibi kadın ruhu erkek ruhuna göre daha bir bütündür. Cinsel zevkle sevgi ya da ateşin birbirinden kopuk olarak yaşanmasına kadında erkeğe göre daha az rastlanır. Kadında, bunların biri olmadan öbürü de olmazları vardır...” (-Sevgi Üstüne” Jose Ortega Y Gasset’e, Y.K.Yayınları-)


Yaa, işte böyle demek 4 tür kadını önce belirlemek gerekiyor.

Yüzünüzden gülücük, gönlünüzden sevgi eksik olmasın. Kalın sağlıkla...


Emine Pişiren/Edremit-Akçay/19-Mart-2008

YALNIZLIKTA GÜZELDİR...



Kişinin kendisiyle olmayı istemesi doğaldır. Çağımızda yaşam, evde ilişkilerimizde, işyerinde ve diğer alanlarda, başkalarıyla olmamızı sağlamaktadır. Dinlenmeye ayırdığımız zamanlarda dahi başkalarının varlığını arzuluyoruz...
Ama birde aşırı uçta olan insanlar vardır. Benmerkezci ve narsist kişiliklerdir bu insanlar. Başkalarıyla ilişkiye girmedikleri gibi zamanlarının çoğunu yalnız geçirmeyi yeğlerler. Sosyal değildirler. Kısacası mutsuz olurlar toplum içinde. Ve bu iki tür insan arasında da, diğer bir tür vardır. Mutlu olmayı başaran insan!...

Bu insan türü yalnız olmanın ölçüsünü bilen insandır. Özel alanının sınırlarını korumasını bilenlerdendir. Özel alan kendimiz olmak için, fiziksel zaman ve ortam yaratmak için ayrıdığımız ortamdır. Birisi kendisine yakın olduğunda, onun kişisel alanına sokulmasına izin verir.

Ama zaman zaman yaşamın o bunaltıcı ve keşmekeşliğinden kendimizi uzaklaştırma isteğimiz oluşur. Ruha özgürlük tanımak gerekir. Gerek iş gerek sosyal aile yaşantımızdan uzaklaşamıyacağız durumlarda, peki ne yapmalıyız?..Ya maddi olanağımız bu uzaklaşmaya el vermez ise?!.Aslında bu çok kolay. Nasıl mı? Bakın 1500’lü yıllarda yaşamış ünlü düşünür bunu nasıl başarmış?

“ İnsanın, olanak varsa karısı, çocuğu, parası ve hele sağlığı olmalı, ama mutluluğunu yalnız bunlara bağlamamalı. Kendimize dükkanın arkasında, yalnız bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı kurmalıyız. Orada, yabancı hiçbir konuğa yer vermeksizin kendi kendimizle her gün başbaşa verip dertleşmeliyiz; karımız, çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız yokmuş gibi konuşup gülmeliyiz. Öyle ki, hepsini yitirmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak bizim için yeni bir şey olmasın. Kendi içine çevrilebilen bir ruhumuz var; kendi kendine yoldaş olabilir; kendi kendisiyle, çekiş dövüş, alışveriş edebilir. Yalnız kalınca sıkılır, ne yapacağımızı bilmez oluruz diye korkmamalıyız.”

Kişisel alan, eşini bırakıp gitmek değildir tabi. Televizyon karşısında tek başına zevkli saatler geçirmek, divana şöylee bir uzanıp kitap okumak veya internete geçip oyun oynamakta olabilir. Önemli olan, dikkatimizi çekecek başka meşgaleler olmaksızın gevşeyebileceğimiz zamanı yaratabilmektir.
Aklıma arkadaşımın eşinin yaptığı kaçamak geldi.

“ Yıl 1980 ve on beş yıldır evli bir çift. Erkek sıradanlaşan evlilik ve iş yaşamından bunalınca, aklına bir fikir geliyor ve onu uygulamaya karar veriyor. Tabi Kıbrıs’ta askerlik yaptığı arkadaşından da yardım istiyor. İş yerinde masasında bir güzel hazırladığı sarı zarfı, kırmızı damgayı da vurup, evin yolunu tutuyor. Eşi her zaman ki, akşam yemeği telaşı içindeyken o mektubu yemek masasının üstüne koyuyor. Kadın eşi banyodayken yarı açık mektubu okuyunca basıyor çığlığı! Eşi Kıbrıs’a eğitim için askere çağırılmış! Hemde tam 2 yıl!..”


Artık siz hikayenin geri kalanını tahmin etmekte zorlanmazsınız herhalde. Adam tam iki sene Kıbrıs’ta, msn den tanıştığı bir hatunla aşk yaşayıp evine elini kolunu sallayarak dönüyor.
Ee, insan isteyince ruha özgürlük verebilecek böylesi kurnaz fikirleri hayata geçirebiliyor...Gerçi bu ne derece doğru varın siz karar verin. Ne demiş Montaigne;


“ Kırdım diyorsun zincirlerini;
Evet köpek de çeker koparır zincirini;
Kaçar o da, ama halkaları boynunda taşıyarak...”
Ve devam ediyor severek okuduğum düşünür;

“ Zincirlerimizi götürürüz kendimizle birlikte; tam bir özgürlük değildir kavuştuğumuz; döner döner bakarız bırakıp gittiğimize; onunla dolu kalır düşlerimiz.”

Yüzünüzden gülücük, yüreğinizden bahar eksik olmasın. Kalın sağlıkla...



Emine Pişiren/Edremit-Akçay/21-Şubat-2008