1 Mayıs 2020 Cuma
"SİZ" İ SEVİYORUM
Her insan kendi gölgesinin kölesidir. Ve çok ilginçtir ki, ayaklarının üzerindeyken gölgesinin de gölgesini arar durur insan. Ta ki, güneş kızıl eteklerini toparlayıp gidene kadar...
Bugün size ilk kalbimin kime, niçin? heyecan duyduğu yıllarıma götürmek için geldim. Yaşadığım duygu anlarımı, yazımın içinde gözleriniz ilerledikçe tanık olacaksınız.
Gerçek şu ki, hepimizin iki yaşamı vardır. Biri sıklıkla geri dönüşler yaptığımız çocukluk yıllarımızdaki düşlerimiz, bir diğeriyse tercih ettiklerimizle birlikte, “imece hayallerle” yaşadığımız yıllardır.
Çocukluk yıllarımız belki iyi, belki kötü geçmiştir. Ama yine de özleriz o yıllarımızı. Sonraki yıllarımızda eğer mutsuzluklar yaşıyorsak, ya da yorgunsak ruhsal dünyamız altüst olur.
Kimi zaman bir benin dışındakileri, çok anlamak istediğim anlarım olmuştur. O zamanlar, baktım ki, çok yoruluyorum, kendimi acilen sürüklüyorum “yalnızlık” kendimi susarak dinlendiğim limanıma.
Kısa süreli konakladığım o limanda düşünerek yaşadığımı anlıyorum. Hatta daha ötesi derinleşerek çoğaldığımı hissediyorum.
Sevmekten bir türlü usanmadığım, beni sürekli coşkuyla kendisine çeken yaşamın o şahaser kollarına atılmak için yüreğim yine pır pır ediyor. Hayatın cazibesine doğru ayaklarım uzaklaştırıyor beni o sessiz limanımdan. Ve beni mutluluklarla hüzünlerin kucaklayacağı hayata doğru, bir mıknatısa çekilir gibi çekiliyorum. Fernando Pesoa’nın dediği gibi;
“Nice limanlara yanaşacak gemiler var elbette, ama hiçbiri hayatın ıstırap vermez olduğu limana varmayacak, her şeyi unutabileceğimiz bir rıhtım da yok.”
Memuriyet sınavlarına girmeden önce bir yıla yakın sigortacılık hayatında deneyimlerim olmuştu. Bir Amerikan Şirketi olan sektördeki ilk haftam çok renkli geçmişti. Amerikalı Menejerimiz bize özgüven dopingi gerçekleştiriyordu.
Beden dilimizle nasıl konuşuruz? Karşımızdaki kişiyi nasıl anlarız?Nasıl gülümseriz? Nasıl konuşuruz? Ve hiç tanımadığımız birinin asıl niyetini nasıl çaktırmadan sorgularız?
Gerçekten çok haz aldığım eğitim seminerlerimizden biriydi o gün. Menejerimiz o gün ilk soruyu bize şöyle sormuştu:
“Sevdiğiniz, size enerji verecek, dilinizden karşı yöne iletilirken kulağınızda hoş bir esinti olacak, hatta sizde olumlu bir özgüven kazandıracak sözcüklerin içinde üç harfli bir sözcük söyleyebilir misiniz?”
Bulunduğum salonda tam 250 kişi vardı. Onlar soruyu düşünürlerken, öne doğru atılıp parmağımı kaldırdım. Hiç düşünmeden “SİZ” diyebilmiştim.
Menejer bana hoş bir gülüş uzattıktan sonra,
“Başka yanıtı olan?” diye sıralar arasında dolaşıyordu.
Benimse yüzüm yanmaktaydı. Kendime kızmaktaydım.
Neden “Siz” demiştim?
Bu büyük bir aptallıktı. Ama adam çok yakışıklıydı. Üstelik, o bakımlı, ellerine bakışlarım odaklanmıştı. Evet, bir erkekte en çok dikkat ettiğim iki şey vardı. Elleri ve gözleri...Menejerimiz her ikisinde de benim içsel sezgisel sorularımın yanıtını tam puanla vermekteydi. Her gün spor ceketinin altına farklı renkte kazaklar giyiyordu. Şık giyimi ile dikkatimi zaten çekmişti.
Siz de şaşırdınız “SİZ” yanıtıma değil mi?
Salondaki kalabalıktan farklı üç harfli sözcükler yükselmekteydi. Sizler de eminim bu satırlar arasında biraz soluklanacaksınız ve şuna adım gibi eminim ki, “Rab, Aşk, Ben, Can, Dost,” ve benzeri sözcükler usunuzdan yuvarlanacaktır.
İşte bedeninizin, ruhunuzun, zihninizin, hafızanızın, hedeflerinizin, hayallerinizin, beklentilerinizin, ve tüm duygularınızın gıdasıdır o üç harfli sözcük.
“Niçin SİZ’i seviyorum, dediniz Miss. Gürbüz?”
Bir anda sıçradım yerimden.
“Ben mi?”
“Evet siz!”
Az önceki aptalca yanıtımdan yine öyle utanmıştım ki. Yakışıklı menejer beni yanına davet ediyordu. ‘Eyvah!’ dedim, içimden. ‘Eyvah ki, ne eyvah!’
Onun yanına yaklaşana kadar hızlı düşünme yetimi kullanıyordum:Ona;
‘Evet, neden SİZ? Sizi beğeniyorum da ondan, mı deseydim? Hayır, hayır ! Buna salaondaki herkes güler ve, kendimi Afrika Ormanlarında bir şebek gibi hissederdim.’
“Please be quick Miss. Gürbüz”
Acele etmemi istediği sözleri ingilizce söylemişti. Adımlarımı hızlandırdım. Akıl süzgecimden ona vereceğim sözcükleri yanyana dizdiğimde sahnedeydim.
“Arkadaşlar, Miss. Gürbüz bize SİZ sözcüğünü neden çok sevdiğini anlatacak. Lütfen, sessiz olalım, arkadaşınızı dinleyelim.
"Sahne senindir artık," der gibi eliyle işaret etmişti, ışığın olduğu yönü. Tabi içimdeki ona duyumsadığım hayranlığı herkesin içinde anlatacak değildim. Bundan sonraki dakikalarda sözel hayal, iletişim gücümü açığa çıkartacaktım: Konuşmaya başladığımda heyacanım da solgun bir ışık olmuştu sol yanımda...
“Evet, neden SİZ dedim. Size ilginç gelen bu sözcüğün içinde öyle çok BEN gizlidir ki...Çok geniş bir anlamı vardır. Tıpkı uçsuz bucaksız evren gibi.
Gülüşüm, sevişim, neşem, hüznüm, umutlarımı besleyen geleceğim gibidir SİZ. Küçücük gibi duyduğumuz bu üç harfli sözcük aslında çok saygın bir sözcüktür.
"...Örneğin; İlk tanıştığımız kimseleri, bir düşünün hele. Hiç ona “Ne haber nasılsın?” veya “Bugün seninle şu meseleyi konuşalım mı?” dediğinizde karşınızdaki kişi sizi nasıl empati yoluyla değerlendirebilir?
Saygısız!
Ukala!
Megalamon!
Bencil!
Densiz!
İtici!
Yılışık!
Laubali!
Tabi bu benim ilk anda aklıma gelenlerdi bu sözcükler...
"...Peki o kişiye “Nasılsınız?” Sizi tanımakla onurlandım.” Veya “Sizi görmek güzeldi.” Demiş olsaydınız, aynı kişinin içsel tepkisi nasıl olurdu?
Saygın, Zarif, Kibar, Sosyal mesafeli, Onurlu, vb...
O sizde daha hoş bir iz bırakırdı değil mi?
Ve daha çok sözcük sığar, içinde “SİZ” olan üç harfli cümlelere.
İşte bu nedenle söyledim üç harfli sözcüğü...”
Sözlerimi noktaladığımda salonda ıslıklara eşlik eden alkışlarla, yanımda omuzlarımı sıkıca kavramış menejerimizin tenimi ateş gibi yakan ellerini ,”İşte bu, işte sizden istediğim de buydu!” sözlerini dün gibi anımsıyorum.
Daha sonra elime bir deste küçük kağıtları tutuşturup beni asistanı yapmıştı. Kulağıma söylediği sözlerse ayaklarımı yerden kesmişti.
Sonra mikrofondan bulunduğumuz salona o hoş sesi yayılmıştı...
“Haydi dağıtın bunları arkadaşlarımıza Miss. Gürbüz. Arkadaşlar, şimdi ufak bir testimiz var. Sizden beni dikkatle dinlemenizi rica ediyorum.
Allah’ım, sesi ne kadar da hoştu. Türkçemizi o yabancı aksanıyla ne güzel de konuşuyordu. Kalbimin atışları nasıl da hızlanıyordu onun yanına yaklaştığımda. Oysa tüm dikkatini salondaki insanlara vermişti.
“Miss. Gürbüz doğru yanıtı verip bu güzel konuşmayı yaptığınız için sizi yürekten tebrik ediyorum. Arkadaşımızı alkışlayalım lütfen."
" Teşekkürler Miss. Gürbüz. Şimdi siz de yerinize geçin lütfen. Ve teste başlayalım.”
Yerime geçip oturduğumda hala kulağımdaydı onun sesi:
" Bana artık SEN diyebilirsin."
Emine Pişiren/Kocaeli
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder