ATEŞ SADECE YÜREKLERE DÜŞMEMİŞTİ (2)
Kayınvalidemin anlattıklarıyla sarsılmıştı duygu dünyam. O akşam, her ne kadar konuyu merak etmiş olsam da daha fazla soru sorup, onun üzülmesini istememiştim. Nasıl olsa hikayenin geri kalanını masada bana kaş göz eden eşimden öğrenirim, diye düşünmüştüm.
Eşimle başbaşa kaldığım zaman sorduğum ilk soru:
" Cidden Akaretlerdeki o sıra sıra tarihi evler dedenin miydi Tuncay?"
" Evet, inanmayacak ne var ki, bunda?"
İkinci sorum:
" Madem ki sizindi, peki şimdi neden sizin değil?"
Eşim yüzümdeki çocuksu şaşkınlığımı sileceği yerde, inadına sanki o halimden keyif alır gibi gülümsemekteydi:
" Sahilde deniz müzesi var ya..."
"Ee...Evet var..."
" İşte orası da babamındı!"
" Yok canım, daha neler?!"
" Vallahi bak! "
" Daha Akaretleri tam anlatmadın, şimdi de Deniz Müzesi, bizimdi diyorsun. Kafam karıştı bak..."
Gülmüştü çocuksu hallerime...
" Ya onu hiç sorma. Yıllardır içimizi acıtır Akaretler. Hele o çil çil altınların akibetini düşününce ta şurama çöker durur, dedemizin düşüncesizliği..."
"Biliyor musun? Sen insanın aklını alırsın ha..! Kısaca anlatsana şu Akaretlerin akibetini? Bak eğer anlatmazsan, annene gider sorarım ha..!"
Dudaklarımı parmak uçlarıyla kapatmıştı:
" Tamam, tamam sus. Bu konuyu annem açmadan ben bile ona soramam. "
Sonra kapıya doğru gizemli bir bakış attı:
" Şimdi belki de odasında albümleri karıştırıp ağlıyordur. Sakın ha! Bu konu onun kapanmaz yarasıdır."
Hüzünlü maviş bakışlar gelince gözlerimin önüne, hak vermiştim eşime.
" Tamam. Uyarmana gerek yok canım. Onun canının yandığını gözlerinden anlamamak için kör olmak gerekir. Onu değil ben, senin bile üzmeni istemem canım. Pamuk gibi bir kalbi var..."
Eşimin yüzündeki neşeli renk, o dakika silinmiş, yerini kederle karışık müşfik bir renk almıştı. Burnumun ucundan öpüp, beni göğsüne çekip sıkıca sarmıştı.
" Bunu söylemen beni öyle mutlu ediyor ki Emine. Annem de arkadaşlarına hep şöyle der, ' 'Benim iki oğlum, adları Tuncay ve Oktay, bir de kızım var, adı Emine'dir 'diye. Seni çok sever. Bunu biliyorsun, değil mi?"
" Bunu senden duymak beni daha mutlu ediyor canım. Ben de onu gerçek annemmiş gibi seviyorum."
Der demez, aklıma gelen düşünceyle hemen, onun kollarından hızla uzaklaşmıştım:
" Yok öyle mızıkcılık. Benim şu merakımı gidermeden bu gece sana uyku haramdır, bilesin. Hadi anlat şu Akaretler'i ve çil çil o altınları..."
Eşim anlattıkça sol yanım sıkışmaya başlamıştı zaten.
"...Dedemi, o Mısırlı Arap dadımızı hayal meyal anımsıyorum. İnsan 4 yaşındaki halini ne kadar hatırlayabilir ki? Ama beni anneannem okuttu. Onun yanında Bursa'da yaşıyordum. Ben de tüm hikayeyi ondan dinlemiştim...
...Dedem emekli olduktan sonra kafasını para, pul, altınla bozmuş. Onun için kimi bunamış, kimi kafayı üşütmüş, demiş olsalar da anneannem hasta yatağında onu hep konuşturmuş...Tabi " Bahçeye gömdüm," diye sayıklarmış...
Dedem oldukça yaşlıymış zaten. Anneannem ondan 20_25 yaş küçükmüş. Neyse, dedem ölmeden önce ' Tapular, altınları kimse almasın, diye gömdüm Mukaddes!' demiş o son anlarında...
Eşim konuşmasını,
"Rahmet istedi bak..." Diyerek kesmişti.
Sessizce dua ediyordu. Okuması bitince avuçlarıyla yüzünü mest edip bana döndü: Hikayeyi kaldığı yerden anlatmaya devam etti:
" Büyük dedem ölükten sonra anneannem, her ne kadar evi altına üstüne getirdiyse, bahçenin kazılmadık yeri kalmamış. Lakin, ne tapuları, ne de altınları bulabilmişler. Daha sonra konağı borçlarımız yüzünden satmış, annemle birlikte Bursa'ya taşınmışlar. Annem ikinci kez evlenince İstanbul Beşiktaş'a taşınmıştık...
"...Sonradan o sattığımız konakta yangın çıkmış. Anılar varsa da kül olmuş. Yerine apartman dikilirken olan olmuş..!"
Yutkundum:
" Yoksa altınlar mı gün yüzüne çıkmış?"
Eşimin gözlerine Haliç'in gri kederi çökmüştü:
" Evet. Büyük dedemin su testisi içine koyup sakladığı altınlar inşaat dozerine takılmış. Tabi 'yerin altı devletindir,' olunca toprak sahibi de el değişince hak da başkasının oluyor canım..."
" Büyük bir hayal kırıklığı!"
" Onu hiç sorma!"
Merakla atıldım;
" Peki ya Akaretlerin tapusu ne oldu? O dedeye ait değil miydi? Padişahın mührü yok muydu?"
Eşim başımı okşadı. Buruk bir gülüş uzattı gözlerime:
" Ah canım karıcığım ah! Çok uğraşmışlar. Çok sorgulanmış. Gidilmemiş resmi kurum kalmamış. Tapu yok. O da kayıp. "
" Peki, evi satın alanlar, onlara da sormuş muydunuz? Belki onlar bulmuşlardır."
" Sorduk canım, sorduk. Onlar da görmemişler. Ama tahminimiz var tabi..."
" Nedir?"
"Konağın tavan ve yer döşemeleri uzun masif ahşaptan yapılmıştı. Dede, tapu ve benzeri evrakları, belki bu tahtaların altına saklamış olabilir. Yaşlı adam bunayınca da unutmuş olabilir tabi... Eh, eğer böyleyse de, malum yangından da geriye hiçbir şey kalmamıştır tabi..."
" Kül olmuştur!"
" Evet, kül olmuştur!"
" Üzüldüm!"
"Ya biz?! Yaşamımız boyunca borç ödedik, çile çektik. Annem, konfeksiyon atölyelerinde dikiş dikerek bizi büyüttü. Babam ona hiçbir şey bırakmamış. İçki, kumar ve benim bildiğim üç eşi olmuş. Bilmediğim kim bilir kaç tane?"
.
Ertesi gün kayınvalidemle kahvaltı sofrasındaydık. O gök mavisi bakışları pırıl pırıldı.
" Emine bak sana ne göstereceğim?"
Der demez masadan kalkıp vitrinin alt kapağını açtı. Elinde kararmış gümüşten bir şekerlik ile yine kararmış tatlı kaşığı tutmaktaydı.
Yanıma gelip bana uzattı:
" Dedemden tek hatıra bunlar kalmıştı. Annem anısına saklardı. Sonra ben sakladım. Bugün de sen saklar mısın, bunları kızım?"
O dakika nasıl duygulandığımı anlatmam, o anı tarif etmem mümkün değildi...
Gözyaşlarımı kontrol edemiyordum...
Sarıldım "annem, " dediğim o asil kadına!
Yutkundum.
" Saklarım anneciğim, saklarım..."
Demiştim sadece ...
Emine Pişiren/ Akçay
Dip not: Bu anı yazımı okuyandan ricam. Annem ve eşimin ruhuna dua okur musunuz?
Adı Lütfiye Çalangu
Tuncay Pişiren
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder