BİRA ŞİŞELERİ
Edremit Körfezine ilk ayak bastığımız yıl 1990 yılıydı. Yedi yıl sonra Akçay'a tam yerleşmiştik.
Beğendiğimiz Körfez artık bizim köyümüz olacaktı.
Her yaz yeni yerler keşfederdik. Kazdağlarının milli park olmasından sonra yeni keşiflerimiz biraz zorlaşmıştı.
Bundan iki yıl önce karavanı olan şair dostumuz bana telefon açtı;
" Hadi hazırlanın sizi hiç bilmediğiniz dağlara kaçıracağım."
Ah, hiç bu fırsat ayağımıza gelmiş, kaçırır mıydık?
Aynı körfezde tatil yapmak için yazlığına gelmiş yazar akadaşıma haber verdim. O da piknik yapacağımıza çok sevinmişti.
Birlikte alışverişimizi Küçükkuyu semt pazarından yaptık. Bir saat sonra da piknik yapmak için arkadaşın karavanı ile binbir pınarların fışkırdığı Kazdağlarının tam göbeğine çıkmıştık.
Rakım, aşağı yukarı 1400 ya var ya yoktu. Akciğerlerimiz soluk almaktaydı adeta.
Konakladığımız alanda WC ve lavoba karın oluşu memnuniyet vericiydi.
Park ettiğimiz alan bir meraya benzemekteydi. Belli ki daha önce panayır ve festivallere ev sahipliği yapmış obaların ortak alanıydı.
Pınarlarından fışkıran küçük bir göleti gördüğümüzde artık mutluluğumuz tavan yapmıştı.
Karavan sahibi park etmiş olduğu alanda tente kurma hazırlığını yaparken biz üç kadın mayolarımızı giyinip hafif bayırdan aşağı dikkatli adımlarla inmeye başlamıştık bile.
"Dikkat edin köknarların kurumuş yaprakları ayağınızı kaydırır. Benden söylemesi..."
Şair dostumuz karavanın tentesini açarken bizi uyarmayı da ihmal etmemişti.
Güneş göğe uzanan zümrüt yeşili köknarların iğnemsi yapraklarından süzülürken biz de gölete ulaşmıştık. Şair dostumuzun uyarısını iyi ki dikkate almıştık.
Zira çamların kurumuş yaprakları yürüyüşümüzü yavaşlatmaktaydı. Kaya kaya parmak arası terliklerle bayır aşağı yürümek kolay değildi. Sık sık ayaklarımız buzda kayar gibiydiler.
Gölet harikaydı. Başımızı gökyüzüne uzattığımızda müthiş bir doğa manzarasına dokunmuştu gözlerimiz.
Topraktan göğe uzanan ağaçların üst dalları birleşmiş göletin üstüne çadır gibi gölge düşürüyordular. Kuş sesleri, özellikle yabani bülbül sesleri Beethoven'e ilham kaynağı olabilecek derecede kulaklarımızda akisler yapmaktaydı.
Hele göğün o duru kendine has rengi; berrak bir su gibi yüzümüze değiyordu.
Sırt üstü gölde uzanmanın bu muhteşem keyfi az sonra kaçtı tabi ki...
Gölet civarı kırık bira şişelerinden ve çöpten geçilmiyordu. İki hafta önce kurban bayramı nedeniyle piknikçiler bu alanı da gelip, yemiş, içmiş, artıklarıyla da güzelim alanı kirletmişlerdi.
Ya yangın çıksaydı?!
Allah korumuş!
Karar verdik onları toplamaya...
O gün biz toplayabildiğimiz kadar cam şişeleri büyük bir çöp poşetine koyduk.
Yokuş yukarı çıkmak da bir dertti. Hele ellerimizde ağırlıklar varken...
Yukarı çıktığımızda çöpleri atacağımız konteyner aradık.
Yoktu!
Yanımızda çadır kurmuş genç bir çift vardı.
Onlara sorduğumuzda, 500 metre ileride wc'lerin tam arkasını tarif etmişlerdi.
Üşenmedik. Ayaklarımız o yöne yol aldı.
İki hafta önce milletin çöplerini taşırken, söylemedik, değil hani...
Geniş alanı zorlanarak aşmıştık.
Neden zorlanarak?
Çünkü, ayıların bile korktukları dikenlerin ara ara ayak parmak aralarına girdiğinde canımız yanmaktaydı.
Şimdi sorarım size?
Kim o dağların tepesine çıkacak da...
Eline çöp poşeti alacak da...
Şişeleri,çöpleri toplayacak?
Hani orman bekçileri?
Hani orman koruyucuları?
Kazdağları Allah'a emanet!
Allah korusun!
Dip not: Suçlu içerideyse asla bulunmaz!
Demek ki, orman bakanı_ yerel yönetimleri suçlama_ durumunda haklı.
Orman alanlarında piknik yapmaya izin verip, sonrasında piknikçilerin çöplerini toplamamasıyla resmen suç işlemiş oluyor, yerel yönetime bağlı katı atık toplayıcıları..!
Ve bu ihmallere, vurdum_duymazlıklara bir bakan, başka ne yapabilir ki?
Belediyelere veya yerel yönetimlere ceza kesmekten başka?
Tabi asıl olan da ormanı korumak, kollamakla sorumlu, ormanların güvenliğini sağlaması için görev verdiği kendi orman memurlarına da aynı ceza kesilmelidir..!
Boşuna suçluyu dışarıda aramayalım!
Yıl 2019...
Emine Pişiren/Akçay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder