Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

18 Eylül 2021 Cumartesi

ADI ÖMER' Dİ...

 


Henüz 6 yaşındaydı. Yosun yeşili bakışları vardı. Yüzündeyse buruşuk kesekağıdına benzer bir ifade açıkça fark edilmekteydi. Onun aksi görünüşünün altındaki asıl duyguyu örttüğünü kim bilebilirdi ki? Onun beden dilini okuyanlar, güneşten sanıyorlardı.

Bahçenin bir köşesinde tek başınaydı.

Annesi onu daha göbek bağını kesmeden çöp kutusuna atmıştı. 

Anne, nedir? 

Nasıl bilinir?

 Nasıl sevilir? 

Henüz bilmiyordu!


Mayıs ayının ılık esintisi bahçeyi doldurmuştu. Çocuk yuvasında tatlı bir telaş vardı.

 İç salon süslenmişti. O gün anneler günü kutlanacaktı. Annesi olan çocuklar şendi, mutluydu. Yuvanın eğitimcileri bir hafta öncesinden onlara grafon kağıtlarından renk renk çiçek ve kalpler yaptırmıştı. Şiirler ezberletmişti.

Ömer, o gün boynu büküktü. Duvara sırtını dayamıştı. Yerde çömelik bir vaziyette, sessizce diğer arkadaşlarının aydınlık yüzlerindeki anlamlandıramadığı, tanımlayamadığı mutluluklarını izlemekteydi.

Bir süre sonra bekçinin düdüğü öttü. Düdük sesini duyan çocuklar ana bahçeye doğru, çığlık çığlığa koşturdular.

Her biri " annem geldi," diyordu...

" Annem geldi!"

Bahçedeki çocuklar, yuva bekçisinin çaldığı düdük sesini duyar duymaz, penguen yavruları gibi aynı noktaya doğru koşturdular. 

Kim koşturdukları nokta çoğu etkinliklerin gerçekleştiği, ana salonun dış kapısıydı. Salonda onları beklemekte olan kişiler de anneleriydi.

 Anneler günü kutlamasının yapılacağı salondan içeri hızlıca giriş yapan çocukların o tatlı heyecanları, görülmeye değerdi. Tam bir hafta göremedikleri annelerinin kokularını duymak, onları özlemle kucaklamak içindi.

En son Ömer girdi salona.

Ürkekti...

Çekingendi...

 Sessizce bakışları salondaki her kavuşmaya dokunmaktaydı. Yuvanın sorumlu müdüre hanımı, onu öyle görür görmez yanına yaklaştı. Başını sevecenlikle okşadı. Sonra da omuzlarını  sıkıca kavrayıp, 

" Hadi gel Ömer'ciğim, sen de şu koltuğa oturabilirsin," dedi.

İşaret ettiği koltuk, müdüre hanımın hemen sağında  yer alan koltuktu.

Küçük çocuğun yüzüne şaşkınlıkla karışık;  biraz mahcup, biraz da minnet ifadesi eklenmişti.

" Müdür anne, ama ben o koltuğa oturamam ki."

Müdüre hanım çocuğun başını okşayıp sordu:

" Neden oturamazmışsın, Ömer'ciğim?"

" Çünkü o koltuk size, öğretmenlerime ait. Oturmamız yasak!.."

Çekingen duruşunu görünce, hafifçe bir gülüş uzattı müdüre hanım. Koltuğu geriye doğru çekip oturmasını işaret etmişti.

" Bugün o koltuk sana ait Ömer. Haydi gel otur oğlum. Çekinme!.."

Ömer'in o dakikadan itibaren yüzündeki öksüz ifade silinmişti. O dakikadan itibaren kendisini, annelerine kavuşan diğer çocuklardan daha çok özel olduğunu hissetmekteydi.

Gururla ona gösterilen koltuğa geçip oturdu. 

Müdüre hanım salondaki tatlı, özlem yüklü telaş karışımı anne çocuk seslerinin kesilmesi için uyarı düdüğünü öttürdü. Salondaki tüm sesler bir anda kesilmişti.

Müdüre hanımın kısa bir kutlama konuşması yaptıktan sonra gösteri başlamıştı. Küçük sahneye ön koltuklardan bir palyaço zıpladı.  Elinde içi çiçeklerle dolu bir sepet tutmaktaydı. Önce anneleri selamladı. Sonra da müzik eşliğinde paytak paytak yürüyerek annelere çiçekler sundu.

Bu arada Ömer'in tam yanına hiç tanımadığı orta yaşlarda bir kadın oturmuştu. Şık giyimli kadın küçük çocukla ilgilenmeye başladı.

" Adım Güneş. Senin adın ne?"

Ömer, utangaç bakışlarını dizlerine odakladı.Yüreği pır pırdı. Sesi, dudaklarından fısıltıyla çıkmıştı. 

" Ömer..."

Güneş hanım, çocuğun göz seviyesine doğru başını eğerek konuştu. Sesine şefkat yerleştirmişti.

" Ah, ne güzel bir adın varmış Ömer. Sevdim bu adı..!"

Ömer'in yüreği hoş bir esintiyle durulmuştu. Başını kadına doğru, yarı ürkek bir ifadeyle kaldırdı.

" Sahi mi, sevdiniz?"

"Evett...Sevdim ya! Adın gibi güçlü ol Ömer. "

Onun başını okşadı Güneş hanım. 

" Kaç yaşındasın Ömer?"

Ömer'in sesinde bu kez coşku vardı. Sağ elini açıp ," Beş... Bir de bu var," der demez, sol i işaret parmağını gösterdi.

.

Güneş hanım üç senedir aynı yuvaya gelmekteydi. Yıllar önce Adapazarı depreminde eşiyle iki çocuğunu kaybetmişti. Bir daha hiç evlenmeyi düşünmeyen kadın, koruyucu anne olmak istiyordu. Yakın çevresi ve komşuları her ne kadar onun bu fikrine sıcak bakmasa da içindeki, bitmek bilmeyen (evlat sevgisi) yoğun bir duygu vardı.

Anneler gününde müdüre hanım Güneş hanıma telefonla aramıştı.

" Güneş hanım, tam istediğiniz bir çocuk geldi yuvamıza. Sadece sizi anne bilecek kimsesi olmayan bir çocuk. Yalnız biraz içe kapanık bir çocuktur. Tabi takdir ederseniz, bu ruh hali, onun eksik yanından kaynaklanıyor. Adı Ömer. Görmek isterseniz, buyrun gelin. Hem bugün anneler günü..."

Güneş hanım, o gün dünyanın en mutlu kadınıydı sanki.Yuvanın kapısından heyecanla adım attığında ana yüreği" evlat hasretiyle" hızlı hızlı atmaktaydı. Bu kez hisleri, ona doğru bir seçim yapacağını söylüyordu.

Ömer'in başını okşarken sol yanını ılık ılık dolduran duygunun adı huzurdu. Artık evlat hasreti çekmeyecekti.  Ömer'e dokunduğu andan itibaren tüm hücrelerine şevkatle birlikte  o yüce sevgi yayılmıştı.

Annelik duygusuydu hissettiği!

O dakika garip bir şey daha olmuştu. Ömer, yanındaki kadının yüzüne tatlı tatlı bakıp sordu:

" Bugün için benim annem olur musunuz?"

Dudaklarından dökülen sözcükler, küçük çocuğun sesini titretmişti. Boynunu bükerek sözlerini tamamladı: 

 "Benim annem yok da... "

Güneş hanım önce yutkundu. Ama çabuk toparlandı.Şevkatli bir sesle konuştu.

" Sadece bir gün değil. Ömür boyunca annen olmak isterim Ömer. Bunu ister misin? Ha!?İster misin?"

Küçük çocuğun gözleri sevinçle ışıldamıştı. Kadına minik kollar uzandı.

" Tabi isterim. Zaten benim hiç annem olmadı."

Sonra cebinden çıkarttığı hediye kağıdına acemice sarılmış paketi uzattı.

" Bakın bende bir hediye hazırlamıştım. Kime vereceğimi bilmiyordum..."

Güneş hanımın duygusal dağıldığı dakikalardı...

Çocuk

" Anneler günün kutlu olsun anne!"

Güneş hanımın gözler kızarmıştı. Tam on iki senedir, kapanmayan o boşluk, artık sevgiyle dolmaktaydı... 

" Teşekkür ederim oğlum. Çok teşekkür ederim."

Güneş hanım, elindeki paketi açtığında daha büyük bir duyguyla sarsılmıştı!

Paketten üç küçük misket çıkmıştı.O misketler depremde kaybettiği oğluna aitti!

 Göçük altından cansız bedeni çıkartıldığında,  dört yaşındaki oğlunun sıkı sıkıya kapanmış minik avuçlarından kimse alamamıştı.

Ta ki, Güneş hanım gelip de o minik avuç içlerini öpene kadar....

Koruyucu anne olmaya karar verdiği gün, üç misketi müdüre hanıma vermişti. Ve özellikle tembih etmişti:

" Şayet bana evladım, diyebileceğim rahmetli oğlum yaşlarında bir çocuk görürseniz; bu misketleri ona hediye ederseniz çok mutlu edersiniz beni...Bu misketler oğlumundu..."

Yuva müdürü, başka yuvadan transfer olarak yeni gelen çocuğu kayıt ederken ani gelişen bir şey olmuştu. Yabancı gördüğü yeni yuvada ağlamaya başlamıştı. İçi ezilen kadın müdür, Ömer'i görür görmez çekmecesinden üç misket çıkartıp, çocuğa uzattı.

" Al bak bunlar artık senin!" 

 O günden sonra misketler, küçük çocuğun en sevdiği oyuncakları olmuştu.

Kadına sarılan çocuğun sesinde şimdi mutluluk vardı.

" Anne," dedi...

"Efendim oğlum!"

Ömer'in sesi kulağına yabancı gelmişti sanki. Bir kez daha yineledi aynı sözcüğü:

" Anne ..!"

Güneş hanımın da özlediği bir sözcüktü...Yumuşak, sevgi dolu bir tonla konuştu.

" Söyle oğlum!"

" Her gün benimle misket oynar mısın?"

Sarıldı kadın ona.

" Tabi oynarım. Canın ne zaman isterse hem de...Canım oğlum  benim .. "

Salonun en köşesinde müdüre hanım da, anne oğulu mutlulukla izlemekteydi...


Emine Pişiren/ Akçay


Hiç yorum yok: