Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

19 Nisan 2019 Cuma

BEN HİÇ ÇİLEK YEMEDİM Kİ...



Sık sık arkadaşlar arasında doğu ile batı arasında  kültür farkını örneklerle anlatıp tartıştığımız çok olmuştur.

Birgün AKM'deki iş yerimdeydim. Odamızda Dr. Sedat Pınar, iki de devlet sanatçısı söyleşi halindeydik.  Yine konu doğunun ilkel batının modern haliydi.

Benim örneğim portakal olmuştu.
Şimdi bana, nasıl, der gibisiniz?

Anlatayım efendim:

O sene siyasi yönetimin değişmesiyle rahmetli Ecevit Bulgaristan ve Kosova'dan gelen göçmen Türkleri devlet dairelerine yerleştirmişti.

Bir gün, Bulgaristanlı mesai arkadaşımla öğle yemeği yiyorduk. Her çalışan evden yemek getirirdi, veya dışarıda yerdi.
O gün bende evden getirdiğim meyvelerden portakalımın ve elmamın birini arkadaşıma ikram etmiştim.
Arkadaşım elmayı ısırıp yedi. Ama portakalı da ısırıp tükürmüştü!

Sonra da elindeki portakala garip garip bakmaktaydı. Ben içimden birden fazla düşünce geçirirken, hafiften ona güldüm:

" Merak etme, içinden kurt çıkmaz. Bu portakal çok lezzetlidir."
Diye espri yapmıştım. Ama o halen pür dikkat  incelediği portakalı hala evirip çevirmekdeydi.

" Ne oldu?"

" Yok bir şey de... Bu nasıl yeniyor? Isırdım az önce tadını hiç beğenmedim..! .Çok acı da..."

Öyle şaşırmıştım ki!

" Sen hayatında hiç portakal yemedin mi?"

" Cık, yemedim!"

Rusya'ya bağlı yönetimi olan Bulgaristan'ın filanca köyünde doğup büyümüş olan arkadaşıma o gün portakal nasıl soyulup yenir? Öğretmiştim.
Bizler batıya ilkel diyemiyorduk. Oysa onlar bizden de ilkel yaşam sürmüşlerdi...

Gelin, şimdi sizinle yurdumuzun en anlayamadığımız, öksüz ve yetim kalmış, ihmal edilmiş, bir görülmüş; Doğu Anadolu Bölgemize gidelim.

O gün...

Diyarbakır'da konser için turneye giden sanatçılarımız doğunun birbirinden lezzetli sofra tatlarını, ballandırarak anlatırken, öyle imrenmiştim ki.
Sohbetinize katılan Dr. Sedat hocam tam da bu sırada bize Anadolu, adlı şiir kitabını çantasından çıkartıp imzalamıştı.

Hayatımın o karesini asla unutmam mümkün değildir. Hatta  uzun soluklu Lanetli Aşk romanımda  bazı karakterlerin teması olmuştur.
Anadolu insanın o sıcak gülüşü, masum yüreği, çileli yaşamı konu edilmişti kitabında.
Sanatçılar, yemekleri güzel, ama çok ilkeller.
Bazı ilkel gibi değerlendirip dillendirdiğimiz köylerdeki insanlarımızı  yakından tanımadıkları o kadar aşikardı ki.

Urfa 'da Oxford vardı da biz mi gitmedik? Diyerek doğunun, neden gerikalmışlığını, bir soru cümlesine sığdırmıştı doğulu bir sanatçımız.

Gelin size yine örnek bir insanın gelecek nesillere nasıl bir kültür mirası bıraktığına birlikte tanık olalım.
Doğuya atanmış bir öğretmenin yaşamış olduğu dağ köyündeki  yaşantıdan ibretlik bir kesit aktaracağım.

...İlköğretimde görev yapan öğretmen Matematik dersinde;

"iBir kasada şu kadar çilek varsa, 10 kasada kaç çilek vardır?"

Diye öğrencilerine bir soru soruyor. Öğrenciler;

"Öğretmenim çilek nedir?"

Öğretmen;
" İşte çocuklar çilek şöyle şöyle bir meyvedir,  "diyor öğretmen.

"Biz hiç çilek yemedik, d"iyorlar öğrenciler.
Bunun üzerine öğretmen pes etmiyor, oturup Bursa’daki tarım firmalarına toprak numunesi yolluyor ve diyor ki;

" Bu toprakta çilek yetişir mi?"
Bursa’daki firmalardan cevap geliyor.

" Evet Diyarbakır şartlarında çilek yetişir."

Hatta mektubun yanında çilek fideleri ve yetiştirme şeklini anlatan bir tarif yolluyorlar.
Öğretmen öğrencilere okuyor nasıl yetiştirileceğini, çıkarıyor bahçeye ve diyor ki;

"Bu sene size matematikten sınav yok.

Öğrenciler;
" E nasıl not alacağız öğretmenim?"

Hepsine bahçeyi kazdırıp, çilekleri diktirip, can sularını verdikten sonra her birine dörder çilek fidesi verip;

" Şimdi gideceksiniz evinize, anne babanıza, ben size nasıl öğrettiysem sizde onlara öyle öğreteceksiniz.
Çocuklar gidiyorlar evlerine hepsi anlatıyorlar ve çilekleri dikiyorlar ve öğretmen diyor ki;

" Çilek mevsimi gelince getireceksiniz tabakta on tane çileğe bir not alacaksınız."

Çocuklar tabaklarla getiriyorlar, çilekleri sayıyor öğretmen, eksik olanlara da tam not veriyor ve sonra diyor ki;

" Çocuklar nasılmış tadı?"

Öğrenciler;

"Valla ucunda not vardı diye yiyemedik öğretmenim."

" Hadi bakalım yiyin, d"  iyor öğretmen.
Çocuklar ağızlarını burunlarına bulaştıra bulaştıra yiyorlar çilekleri.
Aradan iki yıl geçtikten sonra çilek girmemiş o köyün halkı şu anda Diyarbakır’ın pazarında çilek satıyorlarmış.
...
Keşke her insan bildiğini yanındakine öğretebilse, üleşebilse zamanı. Ne güzel olurdu dünya!
Yukarıdaki çocukların masumiyeti, öğrenme aşkı ne hoş değil mi?
Bir Çin sözü ile yazımı noktalayacağım:

" Bu sene bir tohum eken, seneye 10 ürün biçer. 10 tohum eken seneye 100 ürün biçer."

Bilgi en değerli ekin tohumudur.

Sevgiyle ekelim yeter ki...

Emine Pişiren/ Kocaeli

Hiç yorum yok: