Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

6 Nisan 2019 Cumartesi

KARPUZ ÇEKİRDEĞİ...



80 öncesiydi.
Haziranın ilk günleriydi.
Okuduğum özel, yabancı kolejin son sınıfındaydım.


Yatılı okuduğum kolejde yemeklerimizi çalışanlarla birlikte yerdik. Dört yılda bir değişirdi yabancı ülkeden gelen okul müdürlerimiz de... 

O gün menüde Amerikan salatası, rosto, p.püresi ve karpuz vardı. Yemekhane tıklım tıklım doluydu. Yer bulmak hemen hemen imkansız gibi görünüyordu. Oturmak zor olacaktı.
Ben yavaş ilerleyen yemek kuyruğuna geçtiğimde ara sıra arkama da bakmaktaydım. Tam o sırada okul müdürümüz Mrs. Schuman'ın geldiğini görmüştüm. Saygımdan yerimi vermek istemiştim.

Yarım yamalak Türkçesiyle merhaba, dedi ve teşekkür edip gülümsemişti. Kabul etmemişti. Onunla birlikte aynı sıradaydık. 

Sıra bana geldiğinde yemek tepsimi servisi yapmakta olan ahçı ve yardımcısına uzatmıştım. Biri rostoyu, diğeri patates püresini ve Amerikan salatasını, diğeri iri bir kırmızı karpuz dilimini servis etmişti. 

Nasıl da açtım...

Ekmek sepetinden de 3 dilim ekmek alıp, sardalya istifi gibi olan yemekhanemizde kendime yer aramaya başlamıştım.
Göremedim!
Hiçbir yerde yoktu. Baktım, sadece hocalarımızın masası boştu. Ayaklarım adres sormadan o yöne ilerlemişti. Bende hiç düşünmeden o tarafa geçip oturmuştum. Öyle ya, ayakta mi yiyecektik yemeğimizi?
Büyük bir iştahla başladım yemeğe. Yemeğe gelen hocalarımız tek tek yerlerine geçip oturmuşlardı. Kimse beni gördüğünde sesini çıkartmamış, üstelik gülümseyerek, " afiyet olsun" bile demişlerdi.
Ben yemeğimi biraz mahcup ve ivecen bir edayla yerken, sıra karpuzumu yemeğe gelmişti.

En sevdiğim meyveydi. Gerçek şu ki, ben karpuzu hiç çatal bıçak kullanmadan ısırarak, tadına vara vara yemeği severdim.
Hocalarıma karşı ayıp olacağını düşündüğümden ısırmaktan vazgeçmiştim.
Allah'ım o günü unutmam mümkün değildir!
Anımsadıkça, bu satırları yazarken bile yüzüm kızarır.
Efendim, o gün elime çatal bıçak aldığımda olan olmuştu!
...

Sol elimde sıkıca tutmuş olduğum çatalı, karpuz diliminin kırmızı etli kısmına batırdım. Sağ elimdeki bıçakla karpuzu kesmek istediğim anda olan olmuştu!
Bıçak karpuzun iri çekirdeğine değer değmez çekirdek bir fırladı ki, sormayın!
Sadece çekirdek olsa iyi...Tabaktaki karpuz dilimi de fırlamıştı. Tee, karşıdaki müdürümün tabağına... Bununla kalsa iyi...Karpuz dilimi masadaki içi su dolu sürahiye çarpıp devirmez mi!
Ben şaşkınlık ve utanç içinde ne yapacağımı şaşırmıştım ki, müdürün yanında oturan Amerikalı konuk gözünün birini tutuyordu.
Acıyla " watermelon seeds" diye söyleniyordu.
Anlaşılan benden fırlayan, o iri karpuz çekirdek onun gözüne çarpmıştı. Karpuz çekirdeği kazazedesi olmuştu.
O günkü üzüntümü, yaşadığım panikli halimi size anlatamam. Bir anda masayı tarumar etmiştim. Akabinde yemekhanede hareket başladı. Peşi sıra buz kovaları geldi. Sabunlu bezler getirildi. Masadakilerin hareketliydi: Su sürahisinin tabaklarına çarpmasıyla üst başları yağlanmıştı tabi.
Konuk Amerikalıya ilk yardım yapılmıştı.
Bense özür üzerine özür diliyordum. Amerikalılardan sadece,
" No problem!"
Diye dudaklarından sözcükler çıktığı gibi omzuma teselli edici elleri değiyordu.
Bu anımı unutmuştum. Ta ki düne kadar. Dün bir fıkra okuduğumda gülümseyerek anımsamıştım. Fıkradaki karakterler biraz farklıydı. Ama teması anıma biraz benziyordu.
Tabi şimdi siz o fıkrayı da merak edeceksiniz. Bende seve seve yazayım o halde...

"...Üniversite yemekhanesine giren bir öğrenci, tüm yerler dolu olduğunu görünce, gidip üniversite profesörün yanına oturuyor. Profesör bu duruma tepki olarak;

" Öküzlerle kuşlar aynı masada oturmazlar!" diyor.

Öğrenci;

" O zaman ben uçuyorum," der ve kalkıp boşalan bir masaya oturur.

Tabi profesöre o an "kal," gelmiş. Sus pus yemeğini yemiş. Ama öğrenciye de kafayı takmış. Ertesi gün sınav yapmış. Kafayı taktiği öğrencinin başarısız olması için elinden geleni yapmış.
Lâkin öğrenci tüm soruları doğru ve hatasız mükemmel yanıtlamış.
Tabi profesör bu durumun altında kalmamış. Öğrencisinin sınav kağıdını vermeden önce şunu der:

" Sana bir soru soracağım. Eğer bunu doğru yanıtlarsan sana 100 puan not vereceğim."

Öğrenci ilgiyle hocasına yaklaşır.

" Tamam hocam sorun," der.

Profesör;

" Yolda yürürken iki çuval görüyorsun. Birinde akıl var, diğerinde para var. Sen hangisini alırsın?"

Öğrenci hiç düşünmeden,

" Parayı alırdım hocam," der.

Profesör alaylı gülümser:

" Yanlış. Ben akıl olan çuvalı seçerdim."

Öğrenci hiç istifini bozmaz:

" Haklısınız. Kimin neyi eksikse onu seçer!"

Profesörün yüzü asılır ve öğrencinin sınav kağıdını, sadece şu sözcüğü yazıp imzalar:

" Öküz"

Öğrenci kapıda bakmadan sınıftan ayrılır. Ama iki dakika sonra sınav kağıdıyla tekrar sınıfa girer ve hocasına kağıdı uzatır:

" Hocam imzanızı atmışsınız, ama notumu yazmayı unutmuşsunuz!"
...

Ah ki ne ah!
Tabi bu fıkra bizim ülkemizde yaşanmış olsaydı, o öğrenci okulundan mezun olur muydu?
Olması mümkün mü?
Tabi bu tartışılır.
Ama ben o günden sonra utanarak, okulda kaçacak delik ararken, müdürümüz Mrs. Schumun beni kaçarken görüp yanıma gelip; omzuma dokunmuştur. Yüzü ışıl ışıl bana şunu söylemiştir:

" No problem. Please relax!"

Keşke ülkemizde üst makamda çalışanlarla, okullarda, işyerlerinde yönetimde çalışan insanlar da aynı hoşgörüyü göstermiş olsalar...

Huzur ve barış eksik olmazdı.

Emine Pişiren/ Kocaeli

Hiç yorum yok: