Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

25 Eylül 2020 Cuma

YUFKA YÜREK

 GÜVERCİN YÜREĞİM...(Son)


" Bak İlkin...Sakın beni onunla yalnız bırakma, sakın!"


" Tamam...Sen nasıl istersen, ama..."


Heyecanımdan dudaklarımın içinde zorlukla tuttuğum sözcükler onu azarlar gibi çıkmıştı. Kadının koluna sıkı sıkıya yapışmıştım.

"Canım senden özellikle rica ediyorum. Bırakma beni..."

İlkin hanım saatini gösterdi.

" Tabi bırakmam. Ama, on beş dakika sonra oğlumu kreşten almam lazım da..."

Ayak sesleri onun son basamaklara geldiğini anlamamıza yetmişti. Sus, işareti yapıp masama koşturdum. İlkin de kendi masasına...

Sinan kapıdan girmeden önce başını iyice eğmişti. Zira tarihi yapının iç kapıları çok alçaktı. 

Önce kısa süre bakışmıştık.

" Sinan!" 

" Emine!"

Yıllar sonra birbirimizi yeniden görme şaşkınlığını, kısa sürede atmıştık üzerimizden. Sesimin tonuna yumuşaklık verdim.

" Hoş geldin Sinan.

" Hoş buldum. N'ber?"

 Tokalaştığımız an elektrik çarpmış gibi her ikimiz de irkilmiştik. Ellerimizi çabuk çektik.

İlkin, öylece ayakta kapıda durmaktaydı. Bakışlarında hayranlığı yakalamıştım.

Gözleri bir Sinan'ın bir benim arasında gidip gelmekteydi. O gözler her ikimizin de tepkisini ölçer, gibiydi.

Hemen toparlamıştım kendimi.

Gözlerimi odanın içine çevirmiştim. Odada iki siyah deriden oturma koltuğu vardı. Sinan'a birini işaret ederken ağzımın içinde birikmiş  tükrüğümü birkaç kez yutkunmak zorunda kalmıştım.

İlkin'e masamdaki sandalye kalmıştı. Üçümüz de aynı anda oturduk. Sinan'ın bakışları üzerimdeydi. O gözlere bakmıyordum. 

Ellerim buz gibiydi. Üstelik terliyorlardı. Elimi sürekli dizlerime sürüp ıslaklığı silmeye çalışıyordum.


" Hiç değişmemişsin Emine. Hala..."

 Onun sözlerini kesmiştim.


" Şey... Bir şey içer miydin?"

Reddetmemişti.


" Ah, iyi olur. Hava da soğuk. İçimi ısıtacak neyiniz var?"


İlkin, hemen araya girmişti.


" Bu saatte çayhanemiz kapanmıştır. Ama burada size bol köpüklü bir Türk kahvesi pişirebilirim. "


Sinan başını İlkin'den yana çevirince, kadına öfkeli bakış uzatıp dişlerimi sıktım. Oysa o, tatlı tatlı gülümsüyordu.

İlkin, bakışlarımda ki ifadeyi görmek istememişti bile. 

Hızlı adımlarla tedavi odasına koşturdu. 

Sinan ile odada yalnız kalmıştık.


" Neden Sinan?"

Artık sesimde kontrol vardı.

" Ne, neden Emine?"

" Niçin geldin? Hem beni nasıl buldun?"

Oturduğu koltukta arkasına yaslandı. Bir bacağını her zaman ki gibi diğer bacağının üzerine yatay atıp dizine elini koymuştu. Bu onun her zamanki özgüvenli duruşuydu. Lâcivert takım elbisesi içinde öyle şıktı ki...


Allah'ım beni hala, nasıl da bir mıknatıs gibi kendine çekmekteydi!

Çabuk toparlamıştım kendimi.


" Seni nasıl mı buldum? Senden hiç vazgeçmemiştim ki...Tam üç yıl seni aradım Emine."


Kalbim yerinde değildi. Boğazımdaydı. Heyecanımı yutkundum.


" Neden üç yıl önce değil de şimdi bulabildin?"


" İyi soruydu...İkametgahın yoktu. Üstelik hiç kimse nerede çalıştığını, nerede yaşadığını bilmiyordu?"

" Ya şimdi?"

Güldü...

" Güzel bir tesadüf diyelim..."

Gizemli duruşunu gözlerimde ki ifadeyi yakalar, yakalamaz savuşturdu. Uzanıp ellerimi avuçlarına hapsetmişti.


" Biliyor musun?.. Şu bakışın beni benden alıyor Emine..."


Ellerimi kurtarmak istedim. Lakin çok zordu. Sıkıca tutuyordu avuçlarında.


" Ve aynı yumuşak, naif, soğuk nemli eller...Ne güzeller! Seni hayallerimde ki, o özel yerde bıraktığım gibi buldum Emine."


İtiraz ettim.

" Hayır, hayır! Artık aynı değilim."

Ve devam ettim.

" Sevdiğim bir eşim ve dünya tatlısı bir kızım var."

Bakışları donmuştu..!

Ellerimi,  onun durgunluğunu fırsat bilip avuçlarından kurtardım.

Bir anda ayağa fırlamıştım!


" Kısacası artık ben üç kişilik bir insanım Sinan."


Tam o dakika İlkin, tepside buharları tütmekte olan üç kahve fincanı ile içeri girmişti.

Kısa bir suskunluk odaya hakim olmuştu.

Sinan, teşekkür ederek fincana uzandı.

Bense elimdeki fincana boş boş bakmaktaydım.

" Çiçekleriniz çok güzel."

Sessizliği yine bozan olmuştu.

Cumbanın içindeki kırmızı renkli sardunyalara uzandı bakışlarım.

Gülüş uzattım İlkin'e doğru.


" Evet, harikalar. İlkin Hanım sağ olsun. O ilgileniyor."


Suskunluğumuzu masamdaki telefon bozmuştu.

İlkin, telefona uzandı. Sonra başını benden yana çevirip,"Eşim" dedi. Arayan eşiydi. Saraydan ayrılma vaktimiz gelmişti. Her iş çıkışı onların aracıyla Beşiktaş'a kadar giderdim.


" Şey...Sinan, bizim çıkmamız lazım. Sarayın kapıları kapanıyor. Aksi halde burada kilitli kalırız."


O da sanki bu anı bekler gibi hemen ayağa kalktı.


" Ah,  bu çok iyi. Sohbetimize biz de bir cafede devam ederiz. Aracım park yerinde. Haydi birlikte çıkalım."


Ona hayır, bile diyememiştim. Birlikte çıktık. İlkin, arkamızdan garanti gülmekteydi. Zira hafiften onun kıkırdaması kulağıma çalınmıştı.

...


Hava, nefeslerimizi buz kesecek derecede soğuktu. Kış kışlığını cidden gösteriyordu. Kar lapa lapa yağmaktaydı.

Sinan ve ben Beşiktaş'ta bir kafedeydik. 

Sıcak sahleplerimizi yudumlarken beni merakta bırakan soruya yanıt bekliyordum.


" Hangi güzel tesadüf beni bulmanı sağladı Sinan?"


Uzun siyah kirpiklerinin hapsettiği gece gibi parıldayan gözleri ışıl ışıl bana bakmaktaydı.


" Buldum işte. Sevinmedin mi, beni gördüğünde?"


" Açıkçası hiç beklemiyordum Sinan. Sürpriz oldu, desem..."


Bir anda yine beklemediğim konuşmayı yaptı.

" Evlen benimle."

" Saçmaladın ama..."


Sözcüklerim öksüz kalmışlardı. Ona karşı çıkar gibi geriye sıçramıştım. Az kalsın sahlep üzerime dökülecekti. Masaya ellerim titreyerek fincanı koyarken, azıcık elime dökülmüştü. Peçete ararken bakışlarım, Sinan çoktan ayağa kalkıp yanıma gelmişti. Cebindeki mendili çıkartıp elimi silmeye çalışıyordu.


" Acımadı değil mi?"


" Yok, ılıktı zaten. Biliyorsun sıcak içemem ben..."


" Evet...Bilmem mi?"


Derken bakışları alyansım üzerindeydi. Elimi silerken, alyansımı fark ettiği öyle belliydi ki... Kendisini hemen uzaklaştırdı.

Yerine geçip oturdu.


" Eşini seviyor musun Emine?"

Hiç düşünmeden " Evet, hem de çook..."


"Benden de mi, çok?"


" Öyle olmasa seninle evli olurdum Sinan..."


Şok bir soruyla titremiştim.


" Ayrıl ondan Emine..."


" Sen çıldırdın mı Sinan?"


" Evet çıldırdım. Seni tam üç yıl Istanbul kazan ben kepçe arayarak çıldırdım Emine!"


Heyecanım soluk almamı engelliyordu. Boynumdaki atkımı gevşettim.


" Sinan, sen nişanlıydın...Unuttun galiba...Üstelik..."


Eliyle dudaklarımı kapattı.


" Sus lütfen, sus!"


" Hayır, susmak istemiyorum. Beni lütfen artık rahat bırak Sinan. Başka bir andayız. Ve kızımızı büyütüyoruz."


Gözlerindeki parlaklık sönmüştü.


" Tamam, ama bir şartla..."


" Şartın olamaz Sinan. Ben evli bir kadınım ve eşimi seviyorum. Ayrıca, evliliğin kutsallığına inanıyorum."


O sözlerimi duymamış gibiydi. Ellerime tekrar uzanmıştı.


" Bana yeter ki doğruyu söyle. Kızını çocuğum gibi kabullenmeye hazırım. Onu birlikte büyütürüz. Yeter ki şu an bana gerçeği söyle."


Ağzım açık kalmıştı.


" Neymiş o gerçek?"


" Beni seviyor musun?"


Hiç düşünmeden ;


" Hayır. Sen üç yıl öncede kaldın Sinan."


"Bir kez daha soracağım. Vereceğin bu yanıt, her ikimizin kaderini de belirleyecek."


" Hayır. Seni üç yıl önceye gömdüm."


" Peki. O halde elveda Emine!"


Dedi ve oturduğu sandalyeden kalkmıştı. Deve tüyünden dikilmiş lacivert paltosunu ve bordo renkli kaşkolünü alıp hızla kasaya yönelmişti.

...

İki hafta sonra Topkapı Sarayının Müdürü beni odasına çağırmıştı. Odadan içeriye adımımı atar atmaz az kalsın dudaklarım uçuklayacaktı. Sinan odadaydı.

 Müdür;

" Gelin Emine Hanım. Bakanlık müfettişimiz sizin dilekçeniz üzerine kurumumuza gelmiş. Sizi tanıştırayım..."

Çok değil bir hafta sonra eski görev yerime iade edilmiştim.

...

Şimdi Akçay'daki güvercinleri elimde uzun süpürgeyle kovalıyordum. Korkum yuvalanıp yumurta yapmalarıydı. Onlara engel olmalıydım. Zira bir hafta sonra binamızın mantolaması yapılacaktı. 

O zaman daha kötüydü ya... Yavrular yumurtadan çıkana kadar beklenecek, büyüyüp kanatları güçlenene kadar o yuva sakinlerini ürkütmemek gerekecekti.

"Yuva yıkanın yuvası olmaz!" Diye fısıldamıştı anılarımda ki, o seslerden biri. Annemdi sesin sahibi.

Günlerce, inatla güvercinleri kovaladım. Sonunda doğaya karıştılar, gelmediler bir daha...

Tıpkı bir hafta sonra elime geçen nikah davetiyesinden sonra bir daha Sinan'ı görmediğim gibi...

Evlenecekti...

Yüzümde huzurun gölgeleri ile başımı gökyüzüne çevirdim. Derin bir soluk almıştım.

Sonra bir fısıltı savurdum gökyüzüne doğru.

"İnşallah mutlulardır..."

Aşkı özgür bıraktığım için hiç de pişman değildim.

Neden mi?

Çünkü ben o gün güvercin yüreğimin sesini dinleyip doğru karar vermiştim.


Emine Pişiren/ Akçay