Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

20 Haziran 2008 Cuma

YALNIZLIKTA GÜZELDİR...



Kişinin kendisiyle olmayı istemesi doğaldır. Çağımızda yaşam, evde ilişkilerimizde, işyerinde ve diğer alanlarda, başkalarıyla olmamızı sağlamaktadır. Dinlenmeye ayırdığımız zamanlarda dahi başkalarının varlığını arzuluyoruz...
Ama birde aşırı uçta olan insanlar vardır. Benmerkezci ve narsist kişiliklerdir bu insanlar. Başkalarıyla ilişkiye girmedikleri gibi zamanlarının çoğunu yalnız geçirmeyi yeğlerler. Sosyal değildirler. Kısacası mutsuz olurlar toplum içinde. Ve bu iki tür insan arasında da, diğer bir tür vardır. Mutlu olmayı başaran insan!...

Bu insan türü yalnız olmanın ölçüsünü bilen insandır. Özel alanının sınırlarını korumasını bilenlerdendir. Özel alan kendimiz olmak için, fiziksel zaman ve ortam yaratmak için ayrıdığımız ortamdır. Birisi kendisine yakın olduğunda, onun kişisel alanına sokulmasına izin verir.

Ama zaman zaman yaşamın o bunaltıcı ve keşmekeşliğinden kendimizi uzaklaştırma isteğimiz oluşur. Ruha özgürlük tanımak gerekir. Gerek iş gerek sosyal aile yaşantımızdan uzaklaşamıyacağız durumlarda, peki ne yapmalıyız?..Ya maddi olanağımız bu uzaklaşmaya el vermez ise?!.Aslında bu çok kolay. Nasıl mı? Bakın 1500’lü yıllarda yaşamış ünlü düşünür bunu nasıl başarmış?

“ İnsanın, olanak varsa karısı, çocuğu, parası ve hele sağlığı olmalı, ama mutluluğunu yalnız bunlara bağlamamalı. Kendimize dükkanın arkasında, yalnız bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı kurmalıyız. Orada, yabancı hiçbir konuğa yer vermeksizin kendi kendimizle her gün başbaşa verip dertleşmeliyiz; karımız, çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız yokmuş gibi konuşup gülmeliyiz. Öyle ki, hepsini yitirmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak bizim için yeni bir şey olmasın. Kendi içine çevrilebilen bir ruhumuz var; kendi kendine yoldaş olabilir; kendi kendisiyle, çekiş dövüş, alışveriş edebilir. Yalnız kalınca sıkılır, ne yapacağımızı bilmez oluruz diye korkmamalıyız.”

Kişisel alan, eşini bırakıp gitmek değildir tabi. Televizyon karşısında tek başına zevkli saatler geçirmek, divana şöylee bir uzanıp kitap okumak veya internete geçip oyun oynamakta olabilir. Önemli olan, dikkatimizi çekecek başka meşgaleler olmaksızın gevşeyebileceğimiz zamanı yaratabilmektir.
Aklıma arkadaşımın eşinin yaptığı kaçamak geldi.

“ Yıl 1980 ve on beş yıldır evli bir çift. Erkek sıradanlaşan evlilik ve iş yaşamından bunalınca, aklına bir fikir geliyor ve onu uygulamaya karar veriyor. Tabi Kıbrıs’ta askerlik yaptığı arkadaşından da yardım istiyor. İş yerinde masasında bir güzel hazırladığı sarı zarfı, kırmızı damgayı da vurup, evin yolunu tutuyor. Eşi her zaman ki, akşam yemeği telaşı içindeyken o mektubu yemek masasının üstüne koyuyor. Kadın eşi banyodayken yarı açık mektubu okuyunca basıyor çığlığı! Eşi Kıbrıs’a eğitim için askere çağırılmış! Hemde tam 2 yıl!..”


Artık siz hikayenin geri kalanını tahmin etmekte zorlanmazsınız herhalde. Adam tam iki sene Kıbrıs’ta, msn den tanıştığı bir hatunla aşk yaşayıp evine elini kolunu sallayarak dönüyor.
Ee, insan isteyince ruha özgürlük verebilecek böylesi kurnaz fikirleri hayata geçirebiliyor...Gerçi bu ne derece doğru varın siz karar verin. Ne demiş Montaigne;


“ Kırdım diyorsun zincirlerini;
Evet köpek de çeker koparır zincirini;
Kaçar o da, ama halkaları boynunda taşıyarak...”
Ve devam ediyor severek okuduğum düşünür;

“ Zincirlerimizi götürürüz kendimizle birlikte; tam bir özgürlük değildir kavuştuğumuz; döner döner bakarız bırakıp gittiğimize; onunla dolu kalır düşlerimiz.”

Yüzünüzden gülücük, yüreğinizden bahar eksik olmasın. Kalın sağlıkla...



Emine Pişiren/Edremit-Akçay/21-Şubat-2008

Hiç yorum yok: