Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

16 Aralık 2015 Çarşamba

UTANDIM İNSAN OLUŞUMDAN..!



Emine PİŞİREN
Kübalı devrimci Lider Che’nin “Kaybettiğin tek savaş, uğrunda savaşmaktan vazgeçtiğindir.” Der. Onun bu söylemini yıllardır küpe yapmıştım kulaklarıma. Ama artık eski küpeleri takmamaya karar verdim. Neden mi?
Öyle ya sürekli değişen, dağılan, paranormal mutasyona uğramış, “hayvanları bile şaşırtan, insanlaştıran” insanlığın can çekiştiği bir dünyada yaşadığımdan mıdır nedir, şu sıralar hiçbir amaç uğruna savaşamayacağımı anladım artık. Hele o insanlığın öldüğünü gösteren –göbeği kesilmemiş yeni doğmuş bir bebeği çöpten alıp insanların bulunduğu alana kadar taşıyan köpeğin- görselini gördüğümde var ya nasıl dondum bir bilseniz?
Açıkçası insanlığımdan utandım ya, utandım mm vallahi!
Açıkçası kırgınım!
Kime? Kimlere?
Başta, seni beni ayrıştıranlara, -binlerce masum canların ölümüne seyirci olan- kötü siyasetleriyle canımızdan bezdiren yurdumuzu yönetenlere kırgınım.
Sonra, “Can dostum benim” diyerek seni, beni basamak yapan, yarı yolda bırakan gönül çelenlere kırgınım…
Ve barışı, insanlığı özleten, sevgiyi öfkeye dönüştüren tüm dünyaya kırgınım!
Açıkçası şu son aylarda farklı ruh renklerine boyandı ruhum.
Hani çakır sarhoş olursunuz ya, masadan şöyle bir kalkar da başınızın üzerinde onlarca kuşlar fır fır döner ya, işte bende aynen öyleyim. Ne dışarı çıkasım geliyor, ne de bir şeyler yazasım geliyor. Bungun bungun evin içinde avareyim anlayacağınız. İştahım yok, keyfim kaçık, aynalar dışında herkese, tüm dünyaya dargınım sanki.
Aynaları neden konu dışı bıraktığımı yazımın sonunda açıklayacağım. Che’nin söylemi ne güzel de enerji veriyordu bana. Ya şimdi neden böyleyim?
Mutsuzlaştım, dedim geçenlerde bir dostuma telefonda. O da demez mi, “al benden de o kadar,” diye. Biraz dertleştik, söyleştik, harmanladık yaşamı. Bir saat sonra ortak belgitledik sosyo-psikolojik imajlarımızı. Demek ki yalnız ben değilmişim savaş baltalarını yakan…
Sözün özü şu; son 2 yılda duygu fanusu oluşturmuştum ve fanusun içinde tinimi nadasa vermiştim sanki. Ara ara girdiğim edebiyat portalından da eskisi gibi keyif almıyordum.
Bugün yine aynı bungun bir ruh haleti ile bilgisayarımı açtım. Sayfalar arasında gezinmeye başladım. Öylesine beş dakika oyalanıp çıkmayı düşündüğüm bir anda yazar dostum F. Ç. Kabadayı’nınyorumlarına değdi gözlerim. Yorumunu okur okumaz yüzüm ısındı. Genelde hatalı, eksik olduğum anlarımda ısınırdı yüzüm. Kalem dostum haklıydı. Yarım kalmış bir eserimi arşivden cımbızla çekmiş, okumuştu. Yazma iştahım olmasa bile “dost için çiğ tavuk yenir” denir ya… Gerçi tavuk yemeyi de hormonlu oluşundan dolayı – Çin hükümetinin tavuk satan, yedirenler için aldığı idam kararı sonucunda- bıraktım ya… Neyse ne canım, en iyisi ben asıl konumuza döneyim:
Efendim, bundan tam 2 yıl öncesinde “Bu yazıya devam edeyim mi?” başlıklı anı yazımda bir -yarım kalmışlıkla- okurlarımı ihmal etmiş olduğumu farkettim. Bunun tek nedeni eskisi gibi şevk, heyecanımın olmadığındandır. Demek ki enerjimin tükendiği bir sırada kaleme almış, unutmuştum devamını getirmeyi. Buradan o arkadaşıma anımsattığı için teşekkür ederim. Haklı merakını gidereyim bende,
“Evet, kuaför saçlarımı çok kısa kesmişti.”
Bir parmak, yanlış anlaşılmıştı. Eve geldiğimde eşim çoktan gelmişti. Saçlarımı görür görmez “Ne bu hal?” diyerek, yüzü Edremit Adliyesinin duvarlarına dönüşüvermez mi?
Kabahat, samur kürk olsa kimse üstlenmez ya, işte bende kuaförün beni yanlış anladığını, “üzülme ya, kökü nasılsa bende” dediğim halde  eşime bir türlü anlatamadım. Hata kabul etmedi; “Aynaya da mı bakmadın be kadın?” diyerek beni bir güzel suskuya iteledi. Böylece 34. Evlilik yıl-dönümümüz sıkıntılı geçirmiştik.
Hani, yazımın başında “aynaları” kapsam-dışı bırakmıştım ya, nedenini açıklayayım: Ben son aylarda aynalara hiç bakmıyorum. Neden, diye soracaksınız şimdi?
Tıpkı iki yıl öncesinde kuaförde “şekerleme,” yaptığım gibi kendimi saldım gitti.
Eğer onlara bakarsam kendime de kırılırım, diye…
Kendimden vazgeçerim, diye…
Emine PİŞİREN-Edremit
31.10.2015

Hiç yorum yok: