Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

23 Mart 2020 Pazartesi

Karantina



Evimizde karantinadayız.
Hasta olmamak adına bu izolasyonumuz.
Bende can sıkılmasın, diye kitaplığımda okunmak üzere karantinaya almış olduğum kitaplarımı okuyor, artan saatlerimi kah televizyon, kah film izleyerek değerlendiriyorum.

Kitaplarım, dedim de...
Aklıma düşüverdi ilkokul yıllarım.
O yıllarda da dünyayı korkutan kolera adlı salgın hastalık yaygındı.
Annem, bol bol limon yedirirdi. Ne zaman bir arkadaşımız cır cır olsa, " ay kolera oldu!" Diyerek ondan kaçışırdık...
Şimdi öksüren hapşıran birini gördüğümüzde kaçtığımız gibi...

Dünyada ve ülkemizde salgın hastalıkları biraz araştırınca eskilere, yani Ortaçağ yıllarına yol alıyor belleğim. O karanlık yıllarda Ortaçağ zihniyetinde bulaşıcı ve öldürücü hastalıklarda bitkilerden oluşan kremlerle, sıvılarla otama yapmış,
Alternatif tıbbı denemiş insanlar, "cadı" "büyücü" olarak algılanmış, yakalanıp vahşice halkın karşısında yakılarak öldürülmüştür.

Tabi bu konu hakkında senaryolar yazılmış, birçok filmlere konu olmuş, bizler de izlemiştik.

Pek kimse bilmiyor, lakin tarihte ilk çiçek aşısını Uygur Türkleri bulmuş olduğunu biliyor muydunuz?
Rivayete göre onlara da yine Çinlilerden sirayet edilmiş bu hastalık.
 Türk Bilim Adamı İbni Sina ise kitaplarında sıklıkla çiçek, kızamık hastalığından ve tedavisinden bahseder.

Tarihçesi şöyle:
Çiçek hastalığının ilk olarak M.Ö. 10.000’lerde Afrika’da ilk yerleşik uygarlıklarda ve Mısır’dan Hindistan’a giden tüccarlarda görüldüğü düşünülmektedir. Hastalığa ilişkin ilk somut kanıtlar ise M.Ö. 1570-1085 yıllarında bazı mumyaların yüzlerinde tespit edilmiştir. Firavun V. Ramses’in (ö. M.Ö. 1160) mumyasında da çiçek izleri bulunmuştur.

Çiçek hastalığına ilişkin ilk kayıt ise M.Ö. 1000 yıllarında Çin’dedir. Yine Çin’de M.Ö. 4. yüzyılda Ko Hung tarafından yazılan bir tıp kitabında bu hastalıktan bahsedilir.

Kitap beriberi, hepatit, veba ve çiçek hastalıklarına ilişkin en erken raporları içerir. Çiçek hastalığının M.S. 571 yılında Mekke’de Etiyopyalı askerleri yok ettiği, 654 yılında da Çin’de bir çiçek salgını olduğu kayıtlarda yer almış...

Hastalık 6. yüzyılda Fransa'da, 7. yüzyılda Mısır'da görüldü ve oradan İspanya'ya ve tüm Avrupa'ya yayıldı. Amerika’ya ise çiçek hastalığını Avrupalı sömürgeciler getirdi. Avrupa'da 18. yüzyıla kadar her yıl insanlar neredeyse 200.000–600.000 çiçek hastalığı yüzünden ölmüş...

Kimi kaynaklara göre çiçek aşısına ilişkin ilk uygulamalar 1000 yıl önce Çinliler tarafından geliştirilmiştir.

Bazı kaynaklara göre ise eski Türkler bu uygulamayı çok daha önce biliyor ve uyguluyorlardı. Uygur Türkleri zamanında yazılmış bazı tıp kitaplarında kızamık ve çiçek hastalığına ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Bu uygulama daha sonra Anadolu’ya gelen Türkler tarafından çiçek salgını görüldüğünde uygulanmıştır.

Bütün bu bilgilerin ışığında gözlerim yine Osmanlı Saray hekimleriyle, İbn Sina'nın satır aralarına kayıyor.
İbn Sina’nın (980-1037) kaleme almış olduğu Kanun adlı eserinin 34. bölümü ülserler, çiçek ve kızamığa dairdir.

İbn Sina'ya göre, ilkbaharda güneyden esen rüzgârlar çiçek ve kızamık gibi bazı salgın hastalıklar getirirler. Hastalık evvela çocukları, ikinci derecede gençleri ve daha sonra da erişkinleri yakalar. Hararet ve nemi fazla olan şehirlerde rutubetli bünyeliler, kuru bünyelere göre hastalığa daha fazla yakalanırlar.

Çiçek ilkbaharda, sonbahardan fazla görülür. Çiçek yalnızca ciltte değil, vücudun bazı azalarında da görülebilir ve çiçekten sonra felçler olabilir. Çiçekte kaşıntılı noktalar çıkar ve zamanla bunların içi irinle dolar. Sonunda bunlar kurur ve düşerler.
...
Ortaçağ Avrupa'sı ve İngiltere çiçek hastalığından kırılırken İngiltere 'deki papazın küçük çocuğunu korumak amacıyla bu aşıyı yaptırdığını okuduğumda hiç şaşırmamıştım.
Çünkü 1980 yılında sürgün olarak çalışmaya başladığım İstanbul Süleymaniye Kütüphanesinde öyle çok kitap okumuştum ki...

Özellikle Osmanlıca, Farsça ile yazılmış saray hekim ve mollalarının yazdığı kitaplarını Türkçemize çeviri yapan yazarlarla tanışma fırsatı bulmuştum.

 "...Çiçek hastalığının aşısını ilk kez Türklerin bulduğunu biliyor musun Emine?"
Sorusunu bana sormuş kıymetli yazarımız Abdülbaki Gölpınarlı ile de işte o yıllarda tanışmıştım.
Hastalık hakkında bazı bilgileri bizzat ondan dinlemiş, öğrenmiştim.
 Ak sakalını sıvazlamış, bana Ortaçağda yaşanmış, binlerce insanın ölümüne neden olmuş çiçek hastalığının pandemisi hikayesini anlatmıştı:

"...İngiliz Papaz küçük oğlunun İngiltere yi kasıp kavuran, ölümle sonuçlanan çiçek hastalığına yakalanmasını istemez.
Korkusu cesaretinin üzerine çıkar.
Aşıyı, İstanbul'da elçilik yapmış, sonra ülkesine dönmüş İngiliz büyükelçisinin eşinden duymuştur.
Büyükelçinin eşi Türk hekimlerinden öğrenmiş olduğu aşılama tekniğini klise papazına gizlice öğretir.
3 yaşındaki oğlununun hasta çocukların yanında rahatça dolaşması, papazın çocuğunun hasta olmaması, kısa sürede yayılır.
Bu haber, çiçek hastalığından ölen tek varis, tek erkek kralın tahtına geçmiş İngiltere kraliçenin kulağına kadar gider.
Papaza destek verilir. Ama önce mahkumlar üzerinde deneme yapılması istenir.
Tüm mahkumlar özgür bırakılma vaadiyle kandırılır, bunun karşılığında aşılanır.
Tabi beklenen sonuç ölüm değil, şifadır."

...

İşte İngiltere bu uygulama sonucunda klise papazına yetki verilir, aşıyı üretmesi için izin verilir.
 Böylece bir ladynin İstanbul'dan İngiltere'ye ulaştırdığı bilgi ile papazın adı 1917 senesinde tarihe adını yazdırmış olur.
Oysa 3.Ahmet zamanında da, Kanuni zamanında da sarayda çiçek hastalığına yakalanmış çocuklar, yetişkinler aşılamayla iyileştiğini Osmanlı Saray Hekimi ve Mollalarının yazmış olduğu kitaplarında okuyoruz.
O İngiliz papazın adı Edward Jenner dir.
1717 yılında İstanbul’a tayin edilen İngiliz elçisi E. Worthley Montagu’nun eşi Lady Mary Montagu'dur." Diyor kıymetli yazarımız...

Bugünse Prof. Dr. Yavuz UNAT'ın Türklerde Çiçek Aşısı, adlı araştırma tezi geçiyor.

Okuyorum ilgiyle...

  "...Lady Montagu, Edirne’den Sarah Chiswell adlı bir dostuna yazdığı 1 Nisan 1717 tarihli mektubunda biz 303 yıl sonra gerçeği öğreniyoruz.

“Eylül ayında, büyük sıcaklar geçince aile reisleri ailelerinde çiçek hastalığına tutulmuş kimse olup olmadığını öğreniyor ve birkaç aile bir araya toplanıyor. Sayıları 15-16’yı bulan topluluk aşıcı kocakarılardan birini çağırıyor. Kadın, ceviz kabuğuna doldurulmuş çiçek hastalığı yapan maddeyi getiriyor ve aşısını hangi damardan açılmasını isterlerse o damarı bir iğneyle açtıktan ve iğnenin ucu kadar aşıyı buraya akıttıktan sonra yarayı bağlıyor ve üzerini de bir ceviz kabuğuyla pansuman ediyor. Bütün bu işlemler sırasında en küçük bir acı hissedilmiyor.”

Lady Montagu, aşı için özellikle vücudun kapalı yerlerinin seçildiğini, aşılanan çocukların 8 gün geçtikten sonra sıtmaya tutulduklarını, sonra 2-3 gün yatakta yatıp oynamaya devam ettiklerini, vücutlarında çıkan kabarcıklar geçince hastalığı tamamen atlattıklarını ve bu aşının “her sene binlerce çocuğa uygulandığını” yazıyor. Etkilenen Lady, faydasına şahit olduktan sonra kendi çocuğunu da aşılatır; sonuç hayret verecek denli başarılıdır.

Sonra “Vatanımı çok sevdiğim için aşının İngiltere’ye girmesini çok isterim” diyor ve ekliyor: “(İngiltere’deki) doktorların kendi menfaatlerini insanlığın iyiliğine feda edebilecek kadar fedakâr olabileceklerine inansam bunu onlara yazmaktan geri durmazdım. Bilakis doktorları kızdıracağımı zannediyorum. Zira bu hastalık onlar için çok kazançlı bir iş. Sağ dönersem onlara karşı savaşma yürekliliğini gösteririm belki.”

  Lady Montagu tam da bu sıralarda keşfettiği Türklerin aşısı yüzünden kilise tarafından dışlanmış, sokaklarda taşlanmıştır.

Lady Montagu ise Türkiye’de gördüklerini ayrı bir kitap halinde bastırmak ihtiyacını hisseder. Ayrıca torunu Louisa’nın anlattığına göre İstanbul’dan o kadar büyük bilimsel cesaretle dönmüştür ki, Londra’da ev ev dolaşıp İngilizlere Türkiye’de gördüklerini anlatmış, hatta kızını da yanında götürüp defalarca İngiliz kadınların gözleri önünde aşılatarak aşının bir zararı olmadığını ispatlamak için çırpınmıştır.

Sonuç olarak çiçek hastalığının tarihçesini okuduğumuzda anlıyoruz ki,

14. Osmanlı Padişahı I. Ahmed (1590-1617) çiçek hastalığına tutulur ve Kösem Sultan bir şifacıya gider, şifacı da ona büyülü bir ilaç verir. Şifacının verdiği bu ilaç, ceviz kabuğu içinde yer alan çiçek hastalığına yakalanmış bir kişinin deri parçalarıdır. Şifacı bu deri parçası üzerine Kösem Sultan’ın kanını da akıtır ve verir. Bu ilacı Kösem Sultan, I. Ahmed’in kanına akıtır. Uygulama bilinen ilk çiçek aşısı yöntemlerinden biridir.

...IV. Murat’ın (1611-1640) saray hekimi olan Vincent Timoni’nin torunu Emmanuel Timonius’un çalışmaları önemli rol oynamıştır. 1714’te onun yazmış olduğu bir mektup şöyledir:

“Bu ustaca söylemin yazarı, kırk yıl boyunca Türkler arasında ve İstanbul’da kalarak gözlememiştir ki, ilk olarak Çerkezler, Gürcüler ve diğer Asyalılar tarafından bir çeşit aşılama yoluyla çiçek hastalığı tedarik etme pratiğini başlatılmıştır. Her ne kadar ilk başta bu uygulamanın kullanımında ihtiyatlı olsa da, yine de, bu sekiz yıl boyunca binlerce konuda gördüğü mutlu başarı, tüm şüpheleri ortadan kaldırdı. Her yaştan, cinsiyetten ve farklı mizaçlardan insanlara operasyon yapıldığından beri hiçbirinin çiçek hastalığı yüzünden öldüğü tespit edilmedi… Bu aşılamayı kendilerine uyguluyorlar ve çok az semptomlara maruz kalıyorlar… Asla yüzünde iz ya da çukur bırakmıyor.”

10. yüzyıl hekimlerinden Ali İbn Abbas’ın da konuyla ilgili eseri vardır. Kâmil el-Sınâa olarak bilinen bu eser daha sonra Kâmil el-Sınâa Tercümesi adıyla Aydınoğlu Umur Bey adına tercüme edilmiştir (14/15 yüzyıl). Eserin 34. bölümü ülserler, çiçek ve kızamıkla ilgilidir.

İbn Sina cüzzam, uyuz, çiçek, veba, kızıl, tüberküloz gibi hastalıkların bulaşıcı olduğunu, temasla geçtiğini tespit etti ve korunmak için karantina uygulanmasını önermiş.

 Yine İbn Sina, çiçek, suçiçeği, kızıl ve kızamık gibi döküntülü hastalıkların döküntülerinin, yiyeceklerden ileri gelen alerjik döküntülere benzediklerini, ancak çiçek döküntülerinin, loğusalık humması, kızamık ve yiyecek döküntülerinden farklı olduğunu bildirmiş.
...
Cevdet Paşa Tarih-i Cevdet’inde şöyle yazar:

“12 yüzyılda Avrupa’da çiçek hastalığı biliniyordu. Avrupalılar çocuk kanında al ve kırmızı yuvarlardan fazla olan dayanıksız ve yeni gelişenleri tabiat atar bilinciyle bir defa olsun insanların vücudunda bu kabarcıklar çıkıp sönerek kan temizlenir ve kuvvetlenir diyorlardı. Ancak Arnavutluk ile Sudan'ın bazı yerlerinde bu hastalık bulunmuyor, hatta ahalisi başka bir diyara giderse çiçek çıkarırlarmış. Çin'de çiçek hastalığı yokken Kanton şehrine gelip giden Basra tüccarından geçti diye iddia ediyorlarmış. Amerika'da önceleri çiçek hastalığı yokken Kolomb'un keşfinden sonra Avrupalılarla karışma sonunda orada da hiçbir yerde görülmedik durumda şiddetli çiçek hastalığı ortaya çıkarak pek çok nüfus eksildiği söylenir. Aşının ilk ortaya çıkışı Osmanlı devletinde olup hafif çiçek çıkarmış olan çocukların kabarmış ve dolmuş olan çiçeklerinin suyunu alıp henüz çıkarmamış bir çocuğun kolunu çizip o suya sürerek aşı yapılıyor yapılan yerde bir kabarcık çıkıyor bununla o çocuk nöbeti savuşturarak çiçek hastalığından kurtuluyordu.”

17. yüzyıldan kalma bazı kayıtlar da Osmanlılarda çiçek aşısı tatbikatının olağan bir durum olduğunu göstermektedir.

Her ne kadar batı doğunun buluşlarına burun kıvırmış olsa da birçok bilimsel buluşlarımızı, çoğu hastalıkların tedavilerini ve aşıların formüllerini Türklerden çalmayı da ustalıkla başarmıştır.

Tüm dünya ve ülkemiz Corona Virüsü ile mücadele ederken; bende kitaplığımdaki sarı sayfaları karıştırdım.
 Kıymetli yazarlarımızın kaynaklarından edindiğim bilgileri sizlerle paylaşmak istedim.

Bilin istedim.

Corona Cadısı ülkemizi terkedene kadar karantinada kalalım.

Kalın sağlıcakla.

Emine Pişiren/Kocaeli

Kaynak:

- Abbas M. Behbehani, “The smallpox story”, Microbiological Reviews, December 1983, s. 463).

- Prof. Dr. Yavuz UNAT/Türklerde Çiçek Aşısı

 - Prof. Aykut Kazancıgil’in “Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji”

- Dr. Adnan Adıvar/ Osmanlı Türklerinde İlim
...

Hiç yorum yok: