Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

23 Mart 2020 Pazartesi

BENİ DUYUYOR MUSUN?



Bazen kendi limanıma yelkenleri indirip özlemleri durgun sulara sağarken; duygu limanıma konuklarım gelir.
Beni yalnız bırakmazlar.
Baş konuklarımdan Nazım Hikmet'in önemli bir tespitini eminim benim gibi sizler de onaylarsınız:

"Her gelen sevmez ve hiçbir seven gitmez, unutma.
Bil ki; giden dönüyorsa sevdiğinden değil, kaybettiğindendir aslında!"

Ve Nazım'a eşlik edercesine ikinci konuğum Bukowski araya giriyor:
" Hayat bu bu ya!
Kalplerimizi yoranlar, yordukları kalbin hiç farkına varmadılar."
Ara vermeden sözlerine devam ediyor:

" İnsanların seni en çok sevdiği zaman; onların işine en çok yaradığın zamandır."

" Neden ama? Neden işleri bitince vefayı bir hiç sayıyorlar?" Diye iç sesimi duymuş gibi hafiften yüreğime hüzün estiriyor gerçeği yansıtan sözleri:

"Ve öyle bir gün gelecek ki, tanıdığın her insan yüzünden, biraz daha yalnızlaştığını göreceksin!"

Içimdeki asi çırpınışları bir solukta yutuyorum:

" Kafana göre dönüyorsun ey dünya! Artık ne sen umurumdasın, ne de sana uyarak yandan çark_edenler.!."

Her ikisi o anda sessizce geldikleri gemilerle enginlere açılırken, bir eski dost telefon açıyor:

" Eski dostun yenisi olmazmış. Bak ben geldim. Sıra sende. Senin dünyanın geri kalanına ihtiyacın yok ki..."

Güç veriyor hüzünlü sesiyle.
Diğer bir dostun sesiyle irkiliyorum.
Hayret uzun zamandır sesi soluğu kesilmişti. Bu sürpriz oldu şimdi!
Diyor ki buruk bir sesle;

" Sende bilirsin ki, eskiler şöyle derler: Kimin yarasına kabuk olursan ol, onu iyileştirdiğin an düşersin."

Ve önerisi içimi ferahlatıyor:

" Ben ne zaman  mutlu olmayı başardım biliyor musun?"

" Ne zaman?"diye fısıldıyorum.
" Herkesi mutlu etmekten vazgeçtiğim gün..."

İster istemez düşünüyorum sözlerini. Ben empatik kişilik yapımdan nasıl vazgeçebilirdim ki?
İç sesime merhem oluyor teselli eden sözleri:

"Senin ihtiyacın olan tek şeyin ne olduğunu biliyor musun canım?"

Susuyorum.

" O çok değer verdiğin insanların değişmemesi."
Doğru diyor.

O dost da veda edip gitmişti. Duygu limanımda suya tek tek taşları atıyordum. Taş dibe batınca suyun üzerinde genişleyen dairelerle oyalanıyor gözlerim.
Ne söylesem ki yaşama kifayet bulsun.
Zira kimi sözleri duymazdan gelen yaşamın kulağı olsaydı, vicdanı da olmaz mıydı?
Gülüyorum o an da. Zira kıyıya
Neyzen yaklaşıyor: Gönül kıyılarıma çarpıyor sözleri:

" Taktığın şeylere bak yahu! Bazı insanları sebepsiz seversin. Bazılarında bin sebep ararsın yine de sevemezsin. Hadi çek bir fırt!"

Uzattığı şişeden bir yudum alıyorum: Birkaç dakika her ikimiz de öylece körfeze dalgın dalgın bakıyoruz. Tek ortak paydamız bizi demlendiren zamandı.  Sanki, o da yaralıydı.
Neyini bir müddet çalıyor. Ak bir güvercin omzuna konuyor.
 Huzur yayılıyor tüm hücrelerime. Belli ki, o da kendini arıyor şu darma dağınık hayatta.
Ney susuyor.
Neyzen konuşuyor:

" Hayat üç buçukla dört arasındadır. Ya üç buçuk atarsın, ya da dört dörtlük hayatını yaşarsın."

Yanımdan ayrılırken basıyorum son sözlerine kahkahayı:

"Duydum ki, sözlerimi kaldıramayan Kızıl Sultan beni arıyormuş. 46 no'lu odam hazırlanmıştır. Biraz gözden ırak olma vakti. Hadi bana eyvallah!"

Körfezden arınmış olarak ayrılırken onun uzaklaşan sesi kulaklarımda hoş bir aksi seda oluyor:

" Hayat, her zaman sana ikinci şansı verir: Adına yarın denir. Yaz bu sözü aklının kıyısına!"

Gözlerimi açıyorum. Nasıl bir boyuta gidip gelmişim, o an bilmiyorum, bilemiyorum.
Lakin yeni bir kuşluk vaktinde hayata uyandığım kesin...

Emine Pişiren/ Kocaeli

Hiç yorum yok: