Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

23 Mart 2020 Pazartesi

Koca Seyid'in Kuru Üzüm Taneleri



Yıl 2009...
Yer Edremit...
Bende 14 Ağustosta gerçekleştireceğimiz Edebiyat etkinliğimiz için tatlı telaşlardaydım. Şehir dışından tam 60 şair gelecekti. Üstelik de 5 de onur konuğumuzu iyi ağırlamamız gerekiyordu.

 Etkinlik sonrası  şair dostlarımıza hediye olarak yöremize has ürünlerle birer arajman paket hazırlayacaktık.
Her şey hazırdı. Tek eksiğimiz yöremizin özel kokusu zeytin çiçeği kolonyasıydı.

Yaz sıcaklarında tarif üzerine Edremit çarşısı içinde dolanıp duruyordum. Vitrinlere tek tek incelerken gözüm küçük dükkana ilişmişti.
Tahta çerçeveleri pırıl pırıl vernikliydi. Vitrinde eski işlenmiş cam şişeler içinde renk renk kolonyalar durmaktaydı.
Sokak mis gibi İsparta kokuyordu.
Hiç düşünmeden içeri girmiştim. İçeride kısa boylu, simsiyah saçlarını biryantinle başının yanlarına doğru taramış, takım elbise içinde bir adam gördüm.
Sanki İtalyan Mafyasından biri gibiydi. Dudakının üzerinde ince kesilmiş çizgi şeklinde bıyıkları dikkat çekiciydi.
Kolonya şişesini pompalıyor, elindeki şişeye zambak kolonyası doldurmakla meşguldü.
Gül ve zambak kokuları içeriyi adeta boğmuştu.
Orada aradığımı bulacağımı sanmıyordum.
Tam kapıya doğru gidecektim ki, adam geriye döndü. Sonra da ahşap tezgahının ardından yana doğru ilerleyip,
 " Buyrun hanımefendi. Ne aramıştınız?" Diye sorunca onu kırmamak için,
" Şey, aradığım zeytin kokusuydu. Ama biraz fazla almak istiyordum. Sanırım sizde yok."
Yaşlı adam beni şaşırtan bir çeviklikle vitrinden bir şişe alıp, " Bu nasıl?" Diyerek avuçlarıma döktü.
Harika bir kokuydu.
Demek ki yanılmıştım.
Keşke adını unutmamış olsaydım. Bana o kolonya şişelerini hazırlarken kendi kendine söylenmekteydi.

" Hey gidi heyy! Koca Seyit dahi gelir bizden zeytin kolonyası alırdı. Tıraş sonrası sürerdi. Şimdiki gençler bilmez bile bu kokuyu. Avrupa işi kokular, spreyler çıkınca unutulduk bizde..."

O günü hiç unutamam. Büyük bir ilgiyle onun ellerine dokunduğumu hatırlıyorum.

" Sahi siz onu yakından tanıdınız mı?"

Coşkuma o da sevinmişti.

" Evet, tanımam mı? Ben o tarihlerde yeni 12 yaşlarımda mı neydim. Ve çırak olarak çalışıyordum bu dükkanda."
Heyecan sarmıştı tüm hücrelerimi.

"Siz kaç yaşındasınız beyefendi?"
Gülümsedi.
" Sizce kaç gösteriyorum. Hadi tahmin edin?"
" 60"
Atmıştım oysa. Sırf onu mutlu etmek adına. Ee, Koca Seyyid hakkında bana bilgi verecek yaşa ulaştığını tahmin etmek zor değildi.
Verdiğim yanıtla mutlu mutlu yüzü ışımıştı.
" 89 yaşındayım, hanımefendi. Bakın saçlarım kendime ait. Gram boya yoktur.."
Onu biraz dinledikten sonra
"Koca Seyyid taa Havran'dan size mi geliyordu?"
" Evet. Haftada mutlak bir gün bu dükkana gelirdi. Bizden kav satın alırdı. E o devirde nerdee çakmak... Kavla yakardı sarma tütün de alırdı bizden..."
" Yürüyerek mi gelirdi? At, eşek falan yok muydu o yıllar?"
Yaşlı Kolonyacı güldü.
"Havran ne ki, bizim Seyyidimiz Balkanları, Çanakkale'yi yürüyerek aşmış da gelmiş."
"Bana anlatır mısınız onu?"
" Tabi anlatırım. Siz yeter ki dinleyin beni. Onun üzümlerini de anlatırım size..."
" Nasıl? Ne üzümü?"
" Karavana artıklarını bilir misiniz?"
" Anlatırsanız bileceğim."
" O halde yarını beklemeniz lazımdır hanım kızım. Hikaye uzun. Malum bizim de yapılacak işler tezgahta...Sizin şişelerin dolumu yarın sabaha hazır olur. Hem hikayeyi dinlersiniz, hem de kolonyalarınızı alırsınız."

Ve hikayenin en güzel yerini ertesi gün dinleyecektim.
Yaşlı adamın elinde yeterli şişeleri yoktu. Bana özel zeytin kolonyası hazırlayacaktı.
Bir gün sonra gelmemi rica etti.
Eh, bende merakımı ertesi güne saklayacaktım.
Çaresiz...

Emine Pişiren/ Kocaeli

Hiç yorum yok: