Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

11 Aralık 2019 Çarşamba

Cesur Olsaydım Keşke



Haberler çok kısa geçmişti. Ekranda kumsala doğru bir köpek koşmaktaydı.
Madrid'de polislere ilk yardım eğitimi verilmekte olduğunu söylüyordu spiker.

Uygulamalı eğitimde denizde boğulmuş bir adama "kalp masajı yapan" köpeğin, _boğulduğunu sandığı polisi yaşatmak adına_ köpeğin çırpınışlarını görür görmez "anılarım" gözümde canlanmıştı.
Tabi içim kıyılarak...

Bir yaz günüydü...
 Akçay sahilinde güneşleniyordum. Sıcağın tesiriyle bende şekerleme yapmaktaydım ki,  o esnada bir kadın çığlığı duydum!

"Gitti annem, gittiii! Anneee, anneciğim hadi aç gözlerini! Ah anneeeemmm, ahh!"

Yanımdakiler ve plajdaki  insanlar birden ayağa kalkıp çığlığın geldiği yöne, ağıt yakan kadına doğru koşturdular.
Uykulu halimle sağıma soluma, bakındım. Ne olduğunu anlamadım önce. Sonra da kalabalığın olduğu tarafa başımı çevirdim.
Ne olabilirdi ki?
Bir şey görememiştim. Tam o esnada komşum Zekiye Hanım bana doğru koşturuyordu!

" Emine Hanım koş, çabuk koş! Yaşlı bir kadın boğulmuş! Kurtar onu! Sen sağlıkçıydın, değil mi?.."

Acele ile kalktım. Kumlarda bata çıka koştum. Birikmiş insanların arasından sıyrılıp dairenin ortasına ulaştım.
Yerde boğulmuş yaşlı bir kadına kızı müdehale etmekteydi.  Sık sık parmaklarıyla annesinin diline baskı yapıp kusturmaya çalışıyordu. Kadının ilk yardım uygulaması yanlıştı!

" Çabuk 112'yi arayın!" Der demez kadının omzuna dokundum.

" Bırakın bana lütfen. Kalp masajı ve suni solunum yapmalıyız!"
Kızı omuz silkip beni eliyle itelemişti.

" Bırakın beni! Sakın kimse yaklaşmasın!"

Ona ne dediysem, beni dinlememişti.
 " Yanlış yapıyorsunuz. Annenizi yan yatırmayın. Sırt üstü çevirin. Kalp masajı yapmamız gerek. Sizde suni solunum yapın, hadi. Acil olmalıyız..!"
Dediysem de beni,

" Hayırr, hayır! Dokunmanıza izin vermiyorum! Sakın kimse gelmesin! Çekilin. Annem kalp hastasıdır!"

Diyor beni sertçe kovuyordu.

" Anne, anneee aç gözlerini ne olur!"

Diyor, ağlayarak yaşlı kadının dilini bastırıp, boğazına parmağını sokup çıkartıyordu!

Yanlıştı!

Üstelik hava sıcak ve boğucuydu. Meraklı kalabalık başlarını öne doğru eğmiş olan biteni izliyor, yeni gelenlerle etten bir daire çizmekteydiler. Adeta silindir bir kapan yapmışlardı. Onlara dönüp seslendim:

" Lütfen dağılın. Kadının oksijen alması gerek. Cep teli olanlar derhal 112'yi arasınlar. Acil ambulans lütfen..!"

Sözlerim üzerine, kalabalık inatçı ve dirençli duruşlarını azıcık bozmuşlardı.
Tabi bu yeterli değildi. Ama onlarla zaman yitiremezdim.
Yerdeki kadın ölüm ve yaşam arasındaydı. Dakikalar geçmekteydi. Saniyelerin dahi önemi vardı.
Kızına  eğilip,

"Hanımefendi lütfen bana izin verin. Ben bir sağlıkçıyım. Annenizi böyle kurtaramazsınız!" Dedim.

Kadın yine bana sert tepki verip, itmişti.

" Kimse dokunmasın anneme. Ben biliyorum işimi!"

Ağlayarak annesini kusturmaya çalışıyordu.
Çaresiz kalmıştım..!

Tam o sırada kalabalığın içinden biri beni çekiştirip kendine çekti.
Tanımadığım bir adamdı.

" Hanımefendi bırakın, ölürse üzerinize kalır.!."

 Sesim kaygılı çıkmıştı:

" Ama kalp masajı yapılmazsa, solunum yapılmazsa o kadın ölecek! Ambulans yetişene kadar o kalp çalıştırılmalı!"

Aynı adam:

"O da kızı. Bırakın lütfen. Belki o da sağlıkçı. Baksanıza ne yaptığını biliyor, sanki!"

Adamın konuşmasını yanındakiler de onaylamışlardı. Böylece meraklı kalabalığın oluşturduğu dairenin dışına itilmiştim!
Âdeta aforozlanmıştım!
Biraz da cesaretim kırılmış, " ya ölürse üzerime kalırsa," kaygısıyla geri çekilmiştim.

Ambulans 10 dakika sonra kumsala gelebilmişti.
Ve tabi bu arada kadın da ölmüştü!

Hayatın içinde eminim ki sizin de keşke ve belkileriniz olmuştur.
Keşkeler, sol yanımızda birikir ve ruhumuzu bungunlaştırır.
Hani tıpkı "bir çöp kovası" gibi bulunduğu yeri çürütür, açığa kötü kokular çıkar ya...
İşte keşkelerin sonucunda açığa öyle bir duygu çıkar ki... O duygunun adı da pişmanlıktır.

İnsanı acıtır, üzer ve hatta yanlış kararlar almamızı sağlar. Sonuç iyi olmaz tabi ki...
Çöp kovasını kokulu deterjanlarla temizleyebiliriz. Peki, ya ruhumuzu?
 Çok zor değil mi?
Hele anılarımız depreşir de bir güzel bellek raflarımızdan yuvarlanarak yürek kapımıza daynıp içeri girmeye görsünler..!
O yoğun pişmanlık duygusu nasıl da sizi kıskıvrak sarıp sarmalar, nasıl!
Kaygılarımız, korkularla birleşince kararsızlık duygusu insanın cesaretini de kırıyor.

Gelin bunu bir deneyle anlamaya çalışalım:

...Profesör elinde bir fare ve kutu ile salona girdi. Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında fareyi kutunun içine koydu ve kutuyu kapattı. Kutunun hava almadığı açıktı. Salona dönerek:

“Bu kutuya iki gün kimse dokunmayacak dokunan bu dersi geçemez!” dedi ve salondan çıkıp gitti.

Salondaki öğrenciler olaya bir anlam verememişlerdi. Kimisi kutunun içindeki fareyi çıkarmayı düşündü ama cesaret edemedi.

İki gün boyunca ders görülen sınıfta kutu öylece kaldı. Ne olacağını merak ederek iki gün geçirdiler. İki gün sonunda, tekrar dersi olan profesör salona girdi ve kutuya yaklaşarak açtı. Tabi ki, kutunun içindeki fare artık yaşamıyordu. Öğrencilerden birçoğu üzülmüştü. Profesör sınıfa dönerek farenin neden ölmüş olabileceğini sordu. Sınıftan birçok farklı ses ve fikir yükseldi;

" Havasızlıktan…"
"Açlıktan…"
" Susuzluktan…"

Her öğrenci olabilecek ihtimalleri saymıştı. Profesör kutuyu havaya kaldırıp içini öğrencilere gösterdi. Kutunun her tarafı kemirilmiş vaziyette ve minik deliklerle kaplıydı. Ardından devam etti;

"...Görüyorsunuz değil mi? Fare anlaşılan bu kutudan çıkmak için epey mücadele etmiş. Bunu kutunun içindeki minik diş izlerinden ve irili ufaklı deliklerden anlıyoruz.

"...Ancak şu var ki fareyi sizin dediğiniz gibi ne havasızlık nede açlık öldürdü. Farenin ölümüne neden olan iki şey var; KARARSIZLIK ve KORKU…

"...KARARSIZLIK; Çünkü fare kutunun her yerini parçalayıp, her noktayı ayrı ayrı kemireceğine sadece tek bir köşesini ısırıp parçalasaydı ve bunda da kararlı olsaydı o deliği büyütecek ve kutudan çıkıp kurtulacaktı.

"...KORKU; Çünkü eğer siz öğrenciler benden ve notlarının düşmesinden böylesine çok korkmasaydınız, kutuyu açıp fareyi serbest bırakabilirdiniz. Ancak korkudan dolayı size yanlış gelen bir işe göz yumdunuz."

Ve profesör sözlerini şöyle sonlandırır:

"...Hayatta bizi başarıya götüren yolda karşılaşacağımız en azılı düşmanlardır, kararsızlık ve korku. Kararsızlıkla zaman tüketmeyin, kafanıza tek bir şey koyun ve o yolda ilerleyin. Ve bu yolda size yanlış gelen şeylere göz yummayın. Göze batmaktan, ses çıkarmaktan korkmayın..!"
...

Bende, "Keşke, keşke "diyorum, o yaşlı kadın anı raflarımdan düşünce...
Pişmanlık duygusu, yüreğimin odalarını işgal edip, ruhum mülteci suskunluğuna çekiliyor. Aklımsa geçmişin labirentlerine dalıp duruyor:

Kendime diyorum ki;

"...Keşke, o plajda boğulmuş kadının kızını ben itekleyip, daire dışına çıkartmış olsaydım...

"...Keşke, korkularıma teslim olmayıp, kalp masajı yapmış olsaydım..!"
Ve belkiler müebbete alıyor ruhumu.

"Belki cesur olabilseydim, o kadını yaşatacaktım!"

Nedense o adamın sözlerine tutsak olmuş, "açığa çıkan korku duygusu" cesaretimi tutsak almıştı.

Emine Pişiren/ Kocaeli

Hiç yorum yok: