Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

5 Mart 2019 Salı

BOYNUZ (1)



Bir kış günü yaşlı adam pencereden dalgın gözlerle dışarıyı seyretmekteydi. Pencere kenarındaki sedirine oturmadan az önce, kalan son odunu da sobaya atmıştı.
 Sobası tenekedendi. Eskimiş sobanın yer yer, bazı alanları delik deşik olmuştu. O deliklerden yanan odun ateşi  görülmekteydi.
Dışarıdaki rüzgar, pencere çerçevelerinin aralık yerlerinden ıslık çalarak içeri girmekteydi. Yaşlı adamın kireçlenmiş, kırılgan kemiklerinde duyumsadığı soğuk iliklerine işliyordu.
Zangır zangır titrerken, ağzındaki takma dişleri çıkacak gibi oldu. O anda sağ elini sıkı sıkıya sarılmış battaniyesinden çıkarttı. Titreyen eliyle ağzının içine yutkunarak dişlerini yerleştirip, tekrar sızlayan elini göğsüne sardı.
Karakış kapısına dayanmıştı.
İçinden kaç kez,"la havle" çektiğini saymayı bile unutmuştu. Aslında üç oğluna çekmekteydi, o la havaleleri...
İşte o anda aklına  2 sene önce hakka yürümüş eşi gelmişti.

Oğullarını everdiklerinde,  eşiyle aldıkları ortak bir kararla üzerlerindeki evleri, zeytin tarlalarını da üleştirip onların üzerlerine tapulamışlardı. Kendilerine Edremit'teki üç katlı kagir evi bırakmışlardı.

Öyle ya ne etceklerdi, onca mali mülkü? Kefenin cebi yoktu ki!
"Verelim çocuklara, iş güç sahibi olsunlar..." diye düşünmüşlerdi.
Nasıl olsa oğulları onlara bakarlardı.
Bir yıllık elde edilen zeytin hasatından zeytin ve yağlarını verirlerdi. Öyle ya, aç mı bırakacaklardı analarıyla babalarını?..
Bu düşüncelerle dağlanırken yüreği, içi yanmaya başlamıştı.
Aklına düşünce ilkgözağrısı eşi, biricik Sultanı, duygularını daha fazla yaslı yüreğinde tutamamış, gözlerine taşımıştı.

Cama başını yaslayıp, öyle bir hıçkırdı ki, göğsü yarıldı sanki... Hıçkırıklarının arasından uçuşan sözcükleri, hece hece dağıldılar, uçuştular odada. Kurumaya yüz-tutmuş pınarlarından istemdışı gözyaşları dökülmekteydi.

" Ah be Sultanım...Beni böle umarsız, geride kodun da, neden gidiverdin ha! "

" Neden, hep yalvardın ki Allah'a? Beni senin ardına komasın, diye ha? Neden?"

"Bak şimdi iyi mi oldu? Beni yalnız kodun da gittin be Sultanım."

"Biliyon mu, Sultanım, o hayırsız oğullarımız, sen gittin gideli, evimize gelmez oldular."

" Babaları, aç mı, tok mu, hasta mı, bir şeye ihtiyacı var mı? diye halimi merak edip sormuyorlar bilem..."

" Ah gözümün nuru Sultanım, ah! 6 ay oldu yıkanamadım. Hasta olmaya korkuyom inan. Sırtım kaşınıp duruyo da, elim uzanamıyo, tee oraya... Sen olsaydın, 'sırt gariptir, gel de kaşıyıverem çavuşum,' der, hemencik kaşıyıverirdin, değil mi, Sultanım?.."

" Bir de ayacıklarım çok üşüyüveriyo...Yaşasaydın, hemencik sıcak su ısıtıverir, ovalardın be Sultanım. Ben sensiz yaşamıyom işte..."

"Sobanın üzerine koyduğun güğüm delinmiş. Param kalmadı ki leğimlensin. Hem olsa bilem, kendimi dışarı salacak halim yok. Dermanım yok. Dizlerim kesik. Yaşlılık işte..."

" Şimdi dicen, kızcan bana biliyom. Evimizi dohtorlara benim için vedin, evsiz kaldın bak, diye. Olsun be Sultanım. Sen her bir şeye değersin. Canım sana feda olsun. Şu hayatta bana bi dediğimi, ikilemedin sen. O illete yakalandığında belki seni yaşatırım, diye dohtorlardan çok umdum... Ama Allah seni daha çok sevmiş ki, yanına aldı..."

Yaşlı adamın gözyaşlarından çenesine kadar sarıldığı battaniyesi ıslanmıştı. Battaniyenin altındaki eliyle yanaklarına bastırıp akan yaşları kuruluyordu.

" Ah be Sultan kadınım, gittin gideli sana dair hiç keşkem yok ardından. Ama şu bizim üç oğlana evleri verdik ya, öfkem onlara. Keşkem onlara..."

" Geliyorlar mı? Eh işte..."

" Bayramdan bayrama, el ne der, diye gelip yasak savıyorlar işte... Torunlarımızı bilem getirmiyorlar."

" Şimdi diyeceksin, neden torunlar gelmiyor, diye. Neymiş efendim, ev kokuyormuş. Her taraf çok pismiş. Üzerim sidik kokuyormuş. Çamaşırlarım çok kirliymış. Evde, böcekler dolaşıyormuş. Hep bi bahaneleri var be Sultanım..."

" Belki haklılar da...Ne kendimi, ne çamaşırlarımı yunamıyom ki..."

"Artık ne diyeyim sana ben? Ölemiyom da..! Senin duan kabul oldu, benimkisi olmuyor işte...Hergün yakarıp duruyom Allah'a. Beni Sultanımın yanına gönder, diye. İzin vermiyo. Verse hemen yanına, şimcik koşa koşa geleceğim be Sultan..."

...
Yaşlı adam sözlerini burada, ürkerek yuttu.

" Allah'ım beni affet, sana sual, sorulmaz, senin işine karışılmaz, ama içimi bi sen biliyon işte.  Oğullarıma ne ettim de gelmiyolar? Bi sana sığınıyom beni böle tek bıraktın. Sultanımı aldın. Senden başka kimim var ki, derdimi diyem..."

" Aşım yok, karnımı doyuram...Odunun  kömürüm yok, sırtımı ısıtam. Dizlerimin dermanı yok, şu kış gününde camiye varıp, sana dua edem."

" Sen kimsesizlerin kimsesi olan Allah'ım, ben o hayırsız evlatlara iyilikten, babalıktan başka ne yaptım ki, beni böle umarsız bıraktılar?"

O böyle seslice dualarla karışık manevi söyleşirken kendi kendine kapısı çalınmıştı.
Bağdaş kurduğu sedirden yavaşça doğrulmaya çalıştı. Yüzü bir anda umutla aydınlandı.
Ne zaman kapısı çalsa aynı duygularla yorgun yüreğinin atışları hızlanırdı.
Kapı hızlı hızlı ikinci kez yumrukla çalındı.

"Dur geliyorum. Patlamaa...Geldim... Geldimmm!"

Acaba kimdi kapısını böyle kırarcasına çalan?
Uyuşmuş ayakları karıncalanmaya başladı. Yürümede zorlanıyordu. Sesini duymuş olmalı ki, kapının yumruklanması durmuştu.

" Şu zili de yaptıramadım gitti..." diye söylenerek kapıyı açtı.

Açar açmaz gördüğü kişi karşısında dona kalmıştı!

Devam edecek

Emine Pişiren/ Kocaeli-Gölcük

Hiç yorum yok: