Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

5 Mart 2019 Salı

BOYNUZ ( Son Bölüm)






"Kendimi bir nokta olarak gördüğümde, bir bakmışım ki, anlamlı bir cümlenin somundayım."
_Yunus Emre_

Muhittin Bey, bir ay sonra bilincini de yitirmişti. Evden ayrılmak istemeyen üç gelini, nedense birbirlerinin bir dedektif gibi takipçisiydiler. Kayınpederlerini hiç yalnız bırakmıyorlardı.
Akşamı işlerinden yaşlı adamın oğulları gelip, babalarının durumunu öğrendikten sonra fazla durmayıp evlerine gidiyorlardı.
Hiçbiri BOYNUZ hakkında konuşmuyordu. Ama hepsinin bilip de sakladıkları ortak sırlarıydı.
Günlerden bir gün üç gelin hanım, balıkçı Mehmet'tin sesini duydular.

"Muhittin amcaa...Muhittin Amca!"

Ortanca gelin pencereye koşturup açtı. Kayın babasına seslenen balıkçıya;

" Babam konuşamaz
 Hasta yatıyor. Birşey mi vardı?"Der.

.Diğer gelin hanımlar, "Acaba borcu mu vardı?" Diye yüksek sesle düşünüp, birbirlerine kuşkuyla bakınıp durdular. 

Balıkçı geçmiş olsun, dedikten sonra,
 " Yok birşey yenge.  Allah şifalar versin. Epeydir göremedim de kendisini. Merak ettim...Ondan seslendim. Bir de benden öküz boynuzu almıştı. Ne'yaptı onu? çok merak ettim de... "

Odadaki diğer gelinler, cama koşturup, elleriyle ağızlarını kapadılar. Küçük gelin balıkçıya şaşırmış bir şekilde sorar:

" Ayol ne boynuzu? Hem babamın boynuzla ne işi olabilir ki?"

" Ben bilmem, boynuzu  benden alan oydu..."

Balıkçı sorduğu soruya yanıt alamamıştı. Herzamanki gibi o tanıdık sesiyle bağıra bağıra balık kasalarını taşıdığı el arabasını iteleyerek oradan uzaklaşmıştı.

" Çok taze istavritlerim varr... Mezgitlerim varr. 1,5 kilosu 10 liraya..."

Gelinler, kanepeye oturmuş, az önceki balıkçının sorusunu düşünmekteydiler. Acaba balıkçı BOYNUZ hakkında daha neler biliyordu?
Bir kaç gün sonra mahallede bir rivayet aldı başını gitmişti.
"...Muhittin Bey, boynuzlardan okuyup üfleyip büyü mü yapmıştı? Ki, gelinleri onun yanından bir an bile ayrılmıyorlardı?"Diye...

Ve bir sabah bir uyandılar ki, Muhittin Bey sessiz sedasız dünyasını değiştirmişti! Yüzünde gülümseme ifadesi vardı. Gözleri de açık değildi...
Defin işleri, hoca, dualar sonunda o beklenen an gelip çatmıştı.
Gelinlerin ellerinde tespihlerle  yatağın dört bir tarafına dizilmişlerdi. Kalkmak bilmiyorlardı. İçlerinden dualar edip, diğer iki kişinin gitmesini öyle çok istiyordu ki, Muhittin beyi kimse sormuyordu.
En sonunda ağabeyleri Aladdin dayanamaz, konuya açıklık getirir:

" Biraderlerim, sayın yengelerim, Sizlerin neden hala evinize gitmek istemediğinizi az çok tahmin edebiliyorum!"

Hepsi bir ağızdan aynı sözcükleri konuşurlar:

" Yoksa size de mi babam... Yani boynuzdan seninde mi haberin var ağabi?"

"Vardı ya..."

"Tabi vardı..."

" Ah peder bey, ah! Bizi iyi piştiledin!.."

"Ne piştisi yahu! Bizi bayağı, bayağı kekledi yaşlı bunak!"

Aladdin, uyarır kardeşlerini:

" Hoop orada dur, bakalım sen! "

Ekler:

"Ölenin ardından böyle konuşulmaz. Günahtır. Hem toprağa gireli bir kaç saat oldu. Durun bir hele!"

Sözlerine kulak veren kardeşlerini ikna edici bir ses tonuyla konuşmaktadır.

" Gelelim saade de...Madem ölüm hak, miras helaldir. O halde biz de, şu yatağın altındaki boynuzun içindekileri bölüşeceğiz."

Üçü birden yatağı kaldırırlar. Yer döşemesi eski uzun tahtalardandı. İçlerinden biri oynayınca, onu kaldırırlar. Nihayet, aradıkları boynuzu görmüşlerdir!
 Şeffaf bir naylona sarılmıştır.
Aladdin eğilip alır. Önce sallar. Sanki içi boş gibidir. Boynuzu naylon poşetten çıkartıp içine bakarlar. İçinde dürülmüş bir zarf görürler. Zarfı yavaşça çekip alır Aladdin. Rulo haline gelmiş zarf kapalıdır. Sehpanın üzerinde elinin ayasıyla  düzleştirir zarfı.
Boynuzu ters çevirip birkaç kez  sallar, ama içi boştur!
Odadaki 6 kişinin yüzü kesekağıdı gibi buruşmuştur.
Konuşmadan öylece ayakta durmaktadırlar. Ne öfke, ne kırgınlık, ne de şaşkınlık vardır yüzlerinde...
Hayalleri, umutları bir anda tuzla buz olmuştur sanki!
Büyük gelin çabuk toparlar kendisini.

" Tamam durum anlaşılmıştır. Bize bir mektup yazmış babamız. Panik yapmayalım. Önce şöyle oturun bir siz...
"Zarfı açmadan önce size bir kahve pişireyim. Benim de aklım çok karıştı! Önce bir kendimize gelelim, hele..."

"İyi olur hanım..."
Eşi de onu onaylayınca, Güneş hanım mutfağa yöneldi. Küçük gelin saçını geriye doğru attı:

" Vay canına ya! Desenize iyi oyuna geldik!"

Ortanca gelin:

" Ne oyunu yahu! Biz resmen, aylarca tam bir dramla komediyi oynadık!"
...
Kahvelerini içerlerken Güneş Hanım zarfı itina ile açıp, mektubu okumaya başladı:

" Sevgili Oğullarım ve Gelinlerim,

Fazla söze lüzum yok. İşte gidiyorum bu fani alemden.
Üç oğul verdi, şükür Rabbimden.
Her birini adam ettim, eğerdim
Mali mülkü üstlerine verdim.
Adam olan oğullarım bir olup,
 Bir babaya bakmakta, imtina ettiler.
Nihayet ömrümün sonuna geldim.
 Yazılsın seng-i mezar kabrime
Hangi oğul babasına arkasını dönerse,
Aha, şu öküzün boynuzu girsin kıçınlarına!.."
...
Muhittin Beyin mekanı cennet olsun.

Emine Pişiren/ Kocaeli

Hiç yorum yok: