Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

5 Mart 2019 Salı

KIRMIZI MIZIKA



Annemin bakışları baygın baygındı. Güçlükle fısıldamıştı:

 " Ama kızım bu nasıl olur! Sen henüz 4 yaşındaydın, hatırlaman imkansız!"

Yıllar öncesi o kare bana; sanki bin asırmış gibi geliyordu. Ne yazık ki, bir yanım hep eksik yaşadığım şu hayatta, ben her zaman o sahneyi gözlerimin diasından silemiyordum ki...
Anımsıyorum da...
Yatağın altına saklanmıştım. Hani eskiden biz, adına Bulgar somyası derdik. İşte o Bulgar somyasının üzerinde yünden, ya da pamuktan yapılmış bir yatak olurdu. Bir de etekleri pililiydi. Kumaşı da renk renkti. Bir de belleğimde var olan, iri çiçekleri olan örtüsünü anımsıyordum.

İstanbul Okmeydanı'nda bir gecekonduda yaşardık biz. Babamın üç gecede, sabaha kadar tuğla tuğla örüp, çatısını bizzat kendi inşaa ettiği iki odalı küçük bir gecekonduydu evimiz. Tuvaleti dışarıdaydı, evimizin bahçesindeydi...
 Yer yatağımızı hazırlardı annem. İki kardeş başucunda ben annemle babam ayakucunda yatardık kış gecelerinde...Geceleri korkardım, minik yüreğim serçeler gibi ürkerdi. Çişim geldiğinde bahçeye çıkmaya cesaret edemezdim...
O işimiz için annem lazımlığı hazır tutardı. Tencereye benzeyen lazımlığımız, odanın bir köşesinde üstü gazeteyle kapalı olurdu...

 Yaşadığımız mahalle halkı çoğunlukla Arnavut, Bulgar göçmenlerden oluşmuştu...

Annemin vefalı komşularıydı onlar...

O gün...Evet o gün... Bulgar somyasının altına gizlenmiştim.
Aynı gün annemde bir tuhaflık vardı. Siyahlar giyinmişti. Yemenisi daha yeniydi. Annem her ne kadar gözlerini benden kaçırmış olursa olsun, çocuk yüreğimle anlamıştım onun gözlerindeki kızarıklıklarında “birşeylerin” saklı olduğunu...

Annem adeta sayıklar gibiydi: Dikkatle eğildim ona doğru, ne diyordu acaba?

" Sen henüz 4 yaşındaydın. Bunu hatırlaman mümkün değil ki!?"

Peki, neydi anımsadığım, ama bir türlü ifşa etmek istemediğini, o kareyi neden benden saklamıştı?

Çocukluğumda bıraktığım o dramlı kare, yaşam boyunca benimle birlikte yürüyen gizli bir gölgem olmuştu.

Oturduğum siyah deri koltukta uykusuz başımı geriye doğru atıp, yumdum gözlerimi...

İştre, yine gelmişti o kare!

Bulgar karyolasının altına gizlenmiş 4 yaşında bir çocuktum...

Annemin sesi çalınıyordu kulağıma:
" Çocuk, çocuklarım nerede?" Diyordu sık sık, " Nerede yavrularım?” Ve usulc uyarıyordu komşularını:
“Özellikle büyüğü duymasın!”

Neydi annemin benden sakladığı?
O gün bende merak bu ya, odada kimse yokken saklanmıştım. Yaklaşan ayak seslerinden ürkmüş bir kedi gibi önce mavi boyalı, ahşap kapının arkasına, sonra da emekleyerek karyolanın altına saklanmıştım... Çocukluk işte...

Annem diyordu:
" Bacakları...bacakları sararmıştı...tıpkı yumurta sarısıydı rengi...ve şişmişti bacaklarıyla karnı...sanki patlayacak gibiydi...doktorlar çaresizdi...gitti adamım gittiii! "

"Ah bizi nasıl bıraktın! Nasıll, bıraktın da gittinn!.. söyle ha söylee! Ben ne ederim şimdi sensiz!.."

Giden kimdi?
Annem neden ağlıyordu?
Ben o dakikalarda annemin kucağına atlamak, ona sarılmak istiyordum. Nedenini bilmiyorum, ama annemin ağladığını ilk kez duyuyordum!

Annem ağlamazdı ki hiç!

Benim annem, güçlü bir kadındı!
Şaşırmıştım!
Karyola örtüsünün eteği, yerden beş altı santim yukarıdaydı. Küçük aralıktan sadece oda kapısının eşiğini görebiliyordum. Bir de odaya giren çıkan komşuların,  ayak bileğine kadar olan yerlerini...

Ben annemin ayaklarını görmek istiyordum o an...

Göremedim!
Görseydim çıkardım belki somyanın altından...
Evet buna cesaret ederdim, hemen atlardım kucağına.

Onun yanaklarını öper...öper...sarılırdım anneme...
Kimbilir, o an belki de süt şişiği göğüslerinin arasına yaslardım başımı...Süt sişiği dedim de...Benim iki kardeşim daha var. Biri benden tam 4 yaş küçük olan erkek kardeşimdi. Bebekti...Annemi hala emiyordu. Diğeri kız kardeşimdi. Sahi onlar neredeydi ki?
Annem neden ağlıyordu? Kollarına atılsam, Belki o an ağlamaz, diye düşünüyordum, çocuk aklımca...
Annem ara ara susuyordu. Odadaki kadınlar da ayağa kalkıyorlar, bana doğru yaklaşıyordu ayakları...

Korkuyordum..!

O yaklaştıkça büyüyen ayaklar, sanki başımı ezecekmiş gibiydiler... geri geri kaçırıyordum!

Emekler gibi dizlerimin üzerinde öylece duruyordum karyolanın altında...
Annemin ağlaması odaya yeni gelen kadınlarla ara ara kesilirdi, ama kadınlar konuşmaya başlayınca yeniden ağlar, hıçkırıkları devam ederdi...

Avuçlarım terlemişti!

Evet, avuçlarım terlemişti Heyecandan olmalıydı!
 Kalın muşambadan kaplı yer döşemesinde daha fazla direnememişti terli minik ellerim. Yana doğru birden açılıvermiştim!

Muşamba kaplı döşemeye yüzü koyun yapışmıştım şimdi de...Başım döşemeye çarpmıştı. Bir de günlerce arayıp da bulamadığım mızıkaya!

Babamın bana ilk doğum günü hediyesiydi kırmızı mızıka. Nasıl olduysa ben o kırmızı beyaz renkli mızıkamı kaybetmiştim. Demek karyola altındaymış!
Yanağımın ona çarpmasıyla döşemede birkaç kez sıçradı mızıkam.

 Mızıkamın çıkarttığı ses karyola altında yankılanmıştı!
Çıkan gürültüyle, annem dahil, odadaki herkes bir anda susmuştu!

Evet, korkunun nabzı ağzımda atıyordu şimdi.
Annemin sesi kesilmişti birden!
Ardından o telaşlı, kontrollü sesi odada yankılandı.
" Çocuklarım nerede? Yavrularım neredee?"
Sonra sesi yeniden inceldi. Yeniden yükselmişti!
 Ve yeniden acı acı yürekleri dağlatan ağıt yakmaya başlamıştı.

" Yavrularımmm... Şimdi ben onları nasıl sensiz büyüteceğim? Nasıllll?"

Annemin ağlayışından, dizlerini dövmesinden, artık neyi anlatmak istediğini, çocuk mantığımla çözebiliyordum.
Gözlerim irileşti.
Yer minderinde oturmakta olan kadınlar ayağa kalktılar.
Onların sesi, annemin sesiyle buluşuyordu...

Konu babamdı!

Demek ki, ayakları şişmiş, olan kişi de babamdı...
Karnı şiş olan da oydu..!
Günlerce yokluğuna alışamadığım, bir anda yok olan insan... babamdı, demek!
Babamdı demek!

Yanağım çok acıyor anne!
Midem bulanıyor anne!
Canım yanıyor anne!
Babam bir daha gelmeyecek mi, anne?
Gözlerim tozlu karanlıklara sığınmadan önce en son anımsadığım; içimden sessizce söyleştiğim bu sözcüklerdi...

Annem hala sayıklar gibi konuşuyordu:

“Sen henüz 4 yaşında bir çocuktun!”

"...İşte kızım baban ameliyat masasında kalmıştı..! Doktorlar onu kurtaramadılar!" Diyordu...

Sesimi yükselttim:

" Anne...Anne ben senin tüm bu anlattıklarını, anımsıyorum.!"

Annem, hala inanmamış gibi irileşmiş ela gözleriyle bana şaşırarak bakıp, hep aynı cümleyi yineliyordu:

" Ama...ama bu imkansız kızım! Sen henüz 4 yaşında çocuktun!  Bir çocuk nasıl hatırlayabilir ki?"

Bende,
" Ağlıyordum anne, ben karyola altından anlattığın herşeyi duymuştum anne!" Diyordum.

Bu annemle ilk yüzleşme anımdı. Sakladığım ilk terkedilme kaygılarım, ilk itirafımdı!

" O an çok korkmuştum anne!"

Birden sıçradım!
Dalmıştım!
Geçmişe yol alırken uyumuş olmalıyım!
Annem seslenmişti!

"Yavrum, Ne olur bir yudum su!"

"Anne babam, babamı anımsıyorum!" Dedim.

Annem sanki beni duymuyor gibiydi.

" Ne olur kızım, az bir yudum su ver bana... Dilim damağın kurudu..."

O an yer kavramı karmaşası'ndan sıyrıldım.

Annemin yüzünü silmek için oturduğum koktuktan kalktım. Etejer üzerindeki çinko kaplı içi şu dolu böbrek küvetine pamuk bandırdım.

Bir yandan pamuğu sıkıp, kuruyan dudaklarını nemlendiriyor, bir yandan başını okşuyordum: O hala bana yalvarıyordu, tıpkı bir çocuk gibi...

" Azıcık ver...Yandım! Ne olur bir yudum ver kızım!"

"Daha bir saatin var annem. Doktor, sakın su vermeyin, kusar dedi."

Annem hastanedeydi, bunları konuştuğumda. Açık kalp ameliyatı olmuştu. Yeniden doğmuştu annem.
Kimse yoktu hastane odasında!
Bir ben, bir de o vardık!

Annem narkozun etkisiyle kah uyuyor, kah ara ara gözlerini açıp, bana hep aynı soruyu soruyordu:

"Mızıkanı arıyordun. Sahi onu ne yapmıştın kızım?"

Emine Pişiren/ Kocaeli

Hiç yorum yok: