Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

5 Mart 2019 Salı

ONURUN BAKIŞLARI (1)



O dernek başkan yardımcılığından neden istifa ettiğimi çoğu kimse bilemedi. Öğrenemedi de...
 Öylesine elimi kolumu sallayıp girdiğim, üç yılımı verdiğim dernek kapısından alnım açık çıktığımda " oh bea özgürüm artık!"dediğimi çok iyi anımsıyorum.
Neden istifa etmiştim?
Evet, madem yazıya kalem açtım, nedenini de açıklamalıydım, değil mi?
Efendim, yıl 2008 ...
Akçay sahilinde yaz kış yaşadığım yıllarda tanışmıştım dernek yöneticileriyle. Onların vizyonları tıpkı Türkan Saylan'ın gibiydi önceleri. Bende içten ve özveriyle çalışıyordum.
Bir süre sonra bana bir sorumluluk yükleyip onurlandırmışlardı.
Sanırım beni derneğe başkan yardımcısı olarak seçmeleri, konu mankenliğinden başka birşey değildi.
Tabi bunu aradan 3 yıl geçtikten sonra anlayacaktım...
Dernek başkanının annesi Ankara'da acil hastaneye yatınca; başkan ve eşi acil gitmek zorunda kalmışlardı.
Doğal olarak başkanlık koltuğuna vekalet edecektim.
Birkaç gün sonra derneğimize saçı sakalı birbirine karışmış biri bey gelmişti.
İlk saniyeler ürktüm tabi.
Adam tıpkı İstanbul köprüaltı akşamcı sakinlerinden birine benziyordu. Öfkeli sert bakışlarında kederli, çaresizliği görünce ürkmem çabuk silinmişti gözlerimden.

" Merhaba, gelebilir miyim?"

"Tabi buyrun, oturun," dedim, koltuğu işaret ederek.

Kibarca teşekkür edip oturdu. Beni şaşırtan ikinci nefende diksiyonu ve güzel Türkçesiydi.
Mükemmeldi.
Kıyafetini gözcüyle incelerken o derdini anlatıyordu. Mavi kot ve kısa kollu siyah tişört giymişti. Ayaklarında terlik vardı.

" Üç ay geçti hala sizden bir sonuç çıkmadı. Peki benim çocuğum okumayacak mı?"

" Çocuğumun okuma hakkı yok mu, bu ülkede? Diyordu sık sık.

 Alnı kırış kırış, tıpkı akerdeon körüğü gibi açılıp kapanıyordu.
Milli eğitimin sisteminden şikayetçiydi.

Onu daha önce hiç görmemiştim. Demek ki, benim yokluğumda gelmişti. Öfkesini yumuşatmak için ona elimi uzattım:

" Önce bir tanışalım mi?Adım Emine Pişiren."

Konuşmasını kesip oturduğu koltukta heyecanla doğruldu:

" Ah, haklısınız. Özür dilerim efendim. Adım Abdullah. Memnun oldum. Konuya hızlı daldım ben de...özür dilerim hanımefendi. Ama malum, derdimize çözüm arıyorum bende. Tam üç ay geçti, üç ayy!"

Kaşlarım şaşkın bir ifadeyle alnıma yayılmıştı.

 "Başkanımız şehir dışında. Yerine şimdilik ben vekalet ediyorum. Anlattığınız konuya yabancıyım. Biraz açarsanız, size nasıl yardımcı olacağımı birlikte düşünürüz."

Konuyu baştan anlatmasını rica ettim.
Anlattıkça ondan bana öfke geçmişti. 10 yaşındaki oğlunu hiçbir okula kaydını yaptıramamıştı. Nedeni ikamet adresi çadır olarak gösterdiği içinmiş. Mahalle muhtarımız da asıl ikamet ettiği şehire gidip nakil getirirse adresini onaylayacakmış. Yaşadığı şehir İzmir'e gitmesine gidecekmiş ama iki engeli varmış.
İlki eşi şizofreni hastasıymış. Daha önce çocuğun vekaleti annedeymiş. Şimdi kadın tedavideymiş. Vekâlet için dava açmalıymış. Tabi bunlar uzun ve maddiyata bağlı olunca da adam işin içinden çıkamamış. İlk geldiği dernek olarak bizden yol parası istemiş. Başkan incelemeye almış.
Çocuğuna ilkokullarda geçici kayıt yaptırmak istemiş. Bari yaşıtlarından geri kalmasın, diye.  Ne yazık ki, sınıflardaki doluluk yüzünden hiçbir okul kayıt yapmamış.

Açıkçası iş karışıktı. Ben kafamda nasıl çözeceğimi düşünürken, ondan izin rica edip başkan beyi aradım. Birkaç kez aradım, yanıt vermemişti. İş başa düşmüştü. Bakalım bu çetin ve çözümsüz sorundan nasıl başa-çıkacaktım?

" Abdullah bey, çocuğunuz nerede şimdi? Onu görebilir miyim?"

Ayağa kalktı birden!

"  Tabi..Şu an kapıda beni bekliyor. Durun, hemen çağırayım onu. Onurr, Onur!"

Zayıf bir çocuk, çekinceli bir ifadeyle içeri girdi. Adımlarını  yavaş ve tıpkı bir serçenin ürkekliği ile atıyordu.
Yüzüne baktım.
Öyle masumdu ki yüz ifadesi...
Bir babasına, bir bana  çeviriyordu o iri gözlerini. Çok ürkek bakıyordu. Çocuğun bakışlarında korku saklıydı. Önce betimleyememiştim gözlerindeki o ifadeyi. Ama ilerleyen zamanlarda bunun nedenini de anlamış olacaktım. Sesime ana şefkati yerleştirdim:

" Gel çocuğum. Hadi otur babanın karşısına."

Babasına korku dolu bakışla sordu:

" Otur, diyor bana baba. Oturayım mi?"

Babanın o kibar Türkçesi kabalaşmıştı.

" Bana ne soruyorsun oğlum. Salak misin sen? Otur, diyorsa oturacaksın işte..."

Devam etti sözel şiddete baba...

" Bir de senin gibi geri zekalıyla uğraşıyorum. Emine Hanım, işte oğlum. Okumak isteyen oğlum bu...Okursa tabi...ne olacaksa okuyup! Tıpkı anası işte!.."

Devam Edecek

Emine Pişiren/ Kocaeli

Hiç yorum yok: