Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

5 Mart 2019 Salı

BOYNUZ (4)



Az önce babasının açıkladığı sırrı karşısında büyük oğlu Aladdin'in gözlerindeki ışıltılar öyle belirgindi ki, heyecanı beden diline yansımıştı. Eli ayağı birbirine karışmıştı.

" Baba, dur sana su vereyim. Ağzın kurumuştur senin. "

Küçük odayı bir aşağı, bir yukarı açıklamaktaydı. Arada mutfağa gidip gelmekteydi.
Muhittin Bey oğlunun heyecanlı hallerini mutlu bakışlarla  izlemekteydi.

" Oğul dur hele. Gel otur yanıma. Ne güzel iki kelam ediveriyorduk şurada. Su içmeyecem, sen gel hele şöle yanıbaşıma. "

Genç adam, hala şoklardaydı. Babasının onlardan bunca yıl sakladığı hazineyi düşünmekteydi. Bir yandan da sol yanı pişmanlıkla buruşuyordu. Zavallı adamı çok ihmal etmişti. O an karısı geldi aklına. Yoğun duyumsamış olduğu pişmanlığı, hafiften kızgınlığa yerini bırakırken babasını yanıtladı:

" Geldim babam benim, geldim."

"Gel yanıma sen, bi  de bana hele. Ben torunlarımı pek bi merak edivereyom. Anlat bi deyiveri onları, bana...Nasıllar?Büyümüşlerdir, sıpalar  he mi?.."

" Anlatayım babam benim. Büyüdüler ya...Tee, böyle eşek kadar oldu o sıpalar...En büyüğü üniversiteye hazırlanıyor. Küçüğü bizi çok üzüp duruyor. Dersle hiç arası yok. Bilgisayar başından kalkmıyor sıpam. Aklı fikri hep oyunda...Senin de bildiğin gibi kızımız olmadı. Hayat bu, eh öyle böyle geçinip gidiyoruz, işte be baba..."

...
Aladdin babasının yanından ayrılır ayrılmaz, doğruca sokağın köşesine park ettiği aracına hızlı adımlarla yönelmişti. Aracına varır varmaz sevinçle, "oley be oley!"diye havayı yumrukladı.
Araçta eşiyle iki oğlu oturmakdaydı. Eşinin yüzündeki kırılgan ifadeyi görmezden gelmişti. Genç kadın burnundan soluyordu. Çatık kaşlarıyla ona çıkıştı:

" Nerede kaldın be adam! Tam bir saat bizi ağaç ettin burada!"

Arka koltuktaki çocukları başlarını ellerindeki cep telefonlarından kaldırıp, annelerini destekler gibi söylendiler:

" Evet, baba ya..."

Güneş hanım makineli tüfekteki mermiler gibi sözcüklerini fırlatıyordu kocasına:

 " Sen ne anlayışsız... ne düşüncesiz adamsın ya! Çocuklarla biz burada donduk.  Dondukk..!"

"Hem annemlere de geç kaldık. Kahvaltı hazırmış... Kaç kez, 'nerede kaldınız?' Diye aradılar...Hala bizi bekliyorlar...Masaya oturmamışlar. Çay kararmış bile... "

Yüksek tonla konuşmakta olan kadın, genç adamın aydınlık yüzünü farkedince sözcükleri dudaklarının arasına sıkıştırdı.
Kocası neden bukadar şendi?
Kısa bir an yutkunup sustu.

Onun suskunluğunu fırsat bilen adam, eşini ikna etmek adına sesine anlayışlı bir renk tonu yerleştirdi.

"Canım karıcığım...Dur biraz...Ah, bir bilseydin, benim geç kalma sebebimi, sen bile..."

Müjde verir gibi sözlerine burada ara vermişti. Aklına babasına verdiği söz, takılmıştı. Karısının üşümüş ellerine uzanıp, kendi avuçlarına alıp konuştu:

"Evet, aşkım...sen bile bana 'daha kalsaydın,' derdin!.. Az sabret, nedenini açıklayacağım sana..."
...
Ertesi gün Aladdin'in evinde hazırlıklar başlamıştı bile.
Güneş Hanım, babasına gitmek üzere ayakkabılarını giymekte olan daire kapısındaki eşini uyarıyordu:

" Bak aşkım, ben unutabilirim, sen unutturma bana, tamam mı? Gelirken babanın çarşaflarını da getirelim...Ne zamandır yıkanmamıştır, onları yıkayalım. Al bu çarşafları serelim ona..."

Karısına sıkıntılı bir bakış uzattı:

" Güneş yeter ama ha! Hem biraz abartmıyor musun sen?"

Genç kadın kocasını duymuyordu:

 " Hadi al al...Çarşaflar mis gibi kokuyorlar bak...Daha yenidir. Şu paketi de al. Baban kıymalı börek severdi..."

Kadın bir mutfağa, bir kapıya koşturup, eline geçirdiklerini, kocasının kucağına istifliyordu:

" Ah dur, dur! Şu termosa tarhana çorbası koydum. Şu karlı kış gününde adamcağız içsin de içi ısınsın."
...

Aynı gün Muhittin Beyin ortanca oğlu da - bayram nedeniyle - yasak savmak adına, ziyarete gelmişti.
Yaşlı baba büyük oğluna söylediği aynı sırrı söyler söylemez, ortanca oğlu Seyfettin'in yüzünde gülücükler açmıştı.
Babası onu uyarıyordu:

"Sakın ağabeyine ve kardeşine bişey demeyesin ha!.. Aramızda kalacak tamam mı oğlum? Bak en sevdiğim oğlumsun. Seni diğerlerinden daha fazla sevmişimdir. Annenle ben, yıllarca o boynuzun içine sakladığımızla; sana ve ailene ömür boyu yeter de artar bile... Tamam mı oğlum. Aramızda sır bu..."

"Sağ ol peder. Söz demem. Bende seni seviyorum. Bak, şimdiye kadar gelmemin nedeni iş, güç işte. Yeni aldığım evin kredi borçlarını ödemek için gece gündüz çalışıyordum. Sen beni bir görsen peder..."

Oğlu Seyfettin'in yanaklarını okşadı. Nasıl da hemencik, suçlu suçlu savunmaya geçmişti. Çocukluğunu anınsamıştı; okuldan, futbol sahalarına kaçamakları geldi gözlerinin önüne. Oğlu o zamanlarda aynı bakışlarla, babasına hep aynı sözcüklerle savunma atakları yapardı.

Yaşlı adam geçen yıllara hayıflandı.  Ne de çabuk geçmişti. Koca adam olmuştu oğlu Seyfettin. Kokladı... kokladı oğlunun sık sık omuzuna yasladığı başını.
Oh, ne güzelmiş evlat kokusu!

"Hadi şimdi bana müsade babacığım. Karım evde beni bekler. Yarın yine gelirim. Tamam mı babacığım?"

Muhittin Bey, ortanca oğlunun sıklıkla ona, " Peder" diye ünlediği sözcüğün " Baba" sözcüğü ile yer-değiştirmesine öyle mutlu olmuştu ki, kalbinden gözlerine yansımıştı, duyumsadığı sevinci...

" Anladım oğlum. Yarın gelirken, torunlarımı da getir,  biraz koklayayım onları da. Hadi uğurlar ola. Dediğim gibi, ne karına ne ağabeyine, ne kardeşine bi şey demek yok...Bozuşuruz ha..!"
Uyarmıştı ikinci gözağrısını.

"Tamam babam benim. Sen merak etme..."
Bir eli kapıdaysan diğer eliyle dudaklarını büzüp, fermuar çeker gibi dudaklarını
Söz bak. Kilit vurdum dudaklarıma...Hadi kal sağlıcakla."

O da doğru evine koşturmuştu.
Ağabeyinde olduğu gibi benzer hazırlık telâşları, onun evinde de başlamıştı.
Boynuzun içindeki altınları, sürekli düşünüp, hayal eden ortanca gelin hanım, pastalar, börekler pişirmeye başlamıştı.
...

Muhittin Bey, öğleden sonra ziyaretine gelen küçük oğluna da onu çok sevdiğini, boynuzun içindekileri, anlattı. Onu da kimseye söylememesi için uyarmıştı...

Aynı günün akşamında da küçük oğlu Hayrettin'in evinde " Ne götürsek, ne pişirsek?" hazırlıkları çoktan başlamıştı...
Kurban bayramı en güzel geçirdiği bayram olmuştur.
Yaşlı adamın evinin kapısında ayakkabı sayısının artmıştır. Duruma tanık olan komşuları da, lokum paketleriyle, kolanya alıp yaşlı adamın kapısını çalmışlardı.
...
Günler günleri, aylar ayları kovalamıştı. Muhittin Beyin üç oğlu, üç gelini, yedi torunu hemen hemen gün aşırı geliyorlardı.
Torunları okul dönüşü kısa da olsa uğrayıp, dedelerine o gün yaşadıklarını anlatıp, onu mutlu ediyorlardı.
Muhittin Beye artık kimse, "kokuyor," "evini pislik götürüyor," gibisinden laf etmedikleri gibi;
" Adamın yüzüne nurlar yağmış, ayol!.. Bunca zamandır, biz neden farkedemedik ki?"
"Evliya gibi adam. Hadi gidip de duasını alalım. Sevap kazanalım."
Diye kapısını çalan komşularının elleri, hiç boş olmuyordu.

Artık evi pürü pak,  dolabı dolu, sırtı pak, karnı toktu. Dolabı en yeni giysilerle donatılmıştı. Hatta üç oğlu eski sediri atmış, ünlü mağazalardan 2 adet kanepeyle, odanın ortasına gösterişli yün halı bile satın almışlardı. Artık Muhittin Beyin keyfine diyecek yoktu.
Bir mucize olmuştu. O mucizeyi ona fısıldayan hayali görüntüye sık sık öpücük gönderip, duruyordu.
Onun sık sık oğullarına gülümseyip,

" Teşekkür ederim Sultanım. "

Belirli bir noktaya bakarak bu sözcüklerini söylemesi, her ne kadar herkesi şaşırtıyorsa da onu hoş karşılıyorlardı. Artık her üç oğlu, her gelini, her gün geliyorlardı. Yaşlı babalarına yardım etmekte adeta yarış halindeydiler...

Ve beklenen gün bir yılı doldurmadan gelmişti. Muhittin Beyin beyin damarlarından biri küçük bir pıhtıyla tıkanmış, olduğunu söyledi doktorlar.
 Sağlıkçıların onlara hazırlıklı olmalarını, babalarının fazla ömrü kalmadığını söylemesi, hergün rekabet halinde olan gelinleri de umutlandırmıştı.

Pıhtıya bağlı olarak babalarının sol tarafına inme gelmişti. Yer yatağından kalkmak istemeyen yaşlı adama kimse ısrar etmiyordu. Gelinler sırayla, yaşlı adamın evinde yatılı kalıp, altını besleyip, tiksinmeden, yüksünmeden, ona bir güzel bakıyorlardı.

Mahalle halkının evliyalaştırdığı Muhittin Bey'in adı artık,
" Muhittin Baba" olmuştu. Evi, ondan son kez  dualar almak adına uzaktan yakından gelmiş insanlarla dolup taşıyordu.
Gelinlerin işi her geçen gün daha da fazlalaşıyordu.

Bu arada mahallede de bir söylenti başlamıştı. Herkeste aynı meraklı soru vardı:

"Muhittin Baba, neden hastaneye yatmıyordu?"

"Ve niçin hala yerde yatıyordu?"

Devam edecek

Emine Pişiren/ Kocaeli

Dip Not 1:
Bir okurum mesaj yazmış. Okur okumaz öyle duygulandım ki, anlatamam size. İşte o mesaj.

" Emine Hocam, lütfen hikayeyi hemen sonlamayın. Ben ve annem sizi okuyoruz. Annem şu an hastanede yatıyor. Göğüs kanserinden ameliyat oldu. Durumu şimdilik iyi.
Benim sizden annem için ricam olacak.
Ona hergün sizin hikayelerinizi okuyorum. Oyalanıyor yazdıklarınızla. Bana keşke çabuk bitirmese oğlum, dedi.
Rica etsek hikayenizi uzatsanız. Veya bize başka hikayeler yazar mısınız Emine Hocam?
Saygılar sunarım."

...

Dip Not 2:

Kıymetli takipçilerim,
Bu hikâyenin son bölümünü bugün yayıma verecektim. Lâkin;
 Yukarıdaki alıntılamış olduğum mesajı okuyan hangi kalem durur ki ?

Bir bölüm daha uzattım.
Az sabır...

Selam ve sevgiyle

E. P

Hiç yorum yok: