Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

5 Mart 2019 Salı

BOYNUZ (3)



Dışarının ayazı pencereyi açar açmaz içeri dolmuştu. Omzuna atıp boğazına kadar sıkıştırdığı ince polar battaniyesine, sol eliyle adeta asılıyordu. Sağ eliyle sepetin ipini tutmaktaydı.
Balıkçı Mehmet'in sorusunu ağzına hapsettiğinden, konuştukça düşecek gibi olan takma dişleri yüzünden yanıtlayamamıştı.
Öküz boynuzu sepete tam sığmamıştı. Sivri ucu dışarıda kalmıştı.
Balıkçı seslendi:

" Muhittin amca, sepeti yavaş çek, boynuz düşecek gibi."

Sepeti yukarı çekene kadar beklemişti balıkçı. Ardından meraklı bakışlarla izlerken, az önce havada asılı kalmış sorsuna yanıt bekler, gibi yağan karın altında öylece dikilmekteydi.
Siyah yün şapkası yağan kar nedeniyle bembeyazdı.
Yaşlı adam penceresini kapamadan önce aşağıya seslendi:

" Sağ ol evlat. Ne etcemse etcem. Yarayacak işte bir işe...Hadi sana rastgele. Hasta olcan. Daha fazla dikilme öyle..."

Camı kapandıktan sonra soğuktan ala mora dönüşen kemikli elleri sızlamaya başladı. Avuçlarını birbirine sürtüp ısıtmaya çalıştı. Ara ara hoh'layıp duruyordu.
Ekmekle zeytini sedirin yanındaki sehpasına bıraktı.
...

Belediye çalışanları iki gün sonra bir hayırseverin bağışladığı demir döküm sobayla gelmişlerdi. Tabi sadece getirdikleri soba değildi.
Sobanın üzerindeki güğümü aratmayacak bir yıkanma kazanı da ona hediye edilmişti.
Ayrıca iki görevli memur,  yaşlı adamın hem mutfak dolabını kuru, gıda ve kahvaltılıklarla doldurmuşlardı.  Hem de bir düzine iç çamaşırı getirmişlerdi.
Söz verdikleri gibi kış mevsimi boyunca yakacağı odunla kömürleri de depo olarak kullandığı, mutfakla iç içe olan kilerine yığmışlardı.
Muhittin Beyin artık içini sıcak tutacak yün içliklere de sahip olmuştu.
Her perşembe günü bir görevli bakıcı gelip onu ve evini temizleyip yıkıyordu.
Sağlık kontrolleri için de semt polikliğinden ayda bir aile hekimiyle hemşire gelmekteydi.
Muhittin Bey Allah'tan daha ne isteseydi ki?
Evine gelen, yardım eden görevli insanlara dualar edip, onları uğurluyordu.
Sıcacık evinde yine de mutlu değildi. O, sol yanını sızlatan üç oğlunu ve torunlarının özlemini çekmekteydi.
Bir ay çabuk geçmedi tabi ki...
Günler günleri kovaladı. Karakış yerini yağmurlara bırakmıştı. Mart ayını uğurladı insanlar. Dört gözle beklediği Kurban bayramı nihayet gelmişti.
Mahallede tatlı bir telaş gözle görülmekteydi. İnsanlar en şık elbiselerini giyinmişlerdi. Çocuklar çata pat patlatıyorlardı. Kapı zillerini çalıp, ellerindeki poşete şeker biriktirme yarışına girmişlerdi.
O çocuklar, kendilerini hüzünlü bakışlarıyla camdan izleyen birinden habersizdiler...
Kapısı çalındığında Muhittin Bey yer yatağında yatmaktaydı. Gelen büyük oğluydu.

"Baba aç kapıyı, ben geldim. Aladdin ben..."

Yaşlı adam bakışlarını kapıya yöneltip, buruk bir gülüş fırlattı.
Ses alamayan oğlu, kapıyı anahtarla açmıştı.
Vaktiyle, ne olur ne olmaz, düşüncesiyle; her oğluna birer anahtar yaptırmıştı.
İçeri giren büyük oğlu, babasını sedirde değil de yerde yatar görünce telaşlanmıştı.  Hemen, yere diz çöküp babasının ellerini avuçladı.

" Baba, iyi misin? Neyin var? Neden yerde yatıyorsun böyle?"

" Hoşgeldin oğlum. Eh,  nasıl olcam. İdare ediyom böyle. Yaşlılık be oğlum. Sedirden düşerim korkusu sardı yüreğimi. Geçen ay düşmüştüm de..."

" Hoşbuldum babam. Ver elini öpeyim bayramını kutlarım baba. Var mı bir isteğin?"

Elini oğluna uzattığında Muhittin Beyin gözlerindeki muzip ışıltıyı görmemişti büyük oğlu:

" Sorduğun için sağ ol oğlum. Her hacetime sağ olsun devlet koşuyor. Eh ara sıra da olsa komşular da geliyor. İyiyim de sizi özleyip duruyom, ben be oğul."

" Haklısın baba, iş güç işte. Uğraşıp duruyoruz bizde. Eve yorgun argın geliyorum. Çoluk çocuğun yüzünü bile göremez oldum...Neyse ben gideyim. Çocukları ve hanımı geçireceğim daha. Malum kayınpeder kaynanam yemeğe bekliyorlar bizi. Gecikirsek, küser alınırlar sonra bize. Hoşçakal baba. Ben yine gelirim."

Muhittin Bey, hemen doğrulup yer yatağında oturdu.

" Dur oğul, ateş almaya mı geldin? Şöyle dur da yüzüne doya doya bakayım bir. Çocuklar nasıl iyiler mi? Konuşalım biraz..."

Oğlu sıkıntıyla babasının yanına oturur.

" İyiler baba, iyiler. Bildiğin gibi. Para verdin mi iyi oluyor veletler. Ellerinde telefon, odalarında bilgisayarla oynuyorlar işte... Aynı evde bende onlara yabancıyım."

Yaşlı adam onu ilgiyle dinliyordu. Keşke biraz uzun kalsaydı, oğlu. Saatlerce dinler, yüzüne hasret kaldığı oğlunu, ilkgözağrısıyla daha uzun sohbet ederdi. Gidecekti işte. Bir sonra ki bayrama kadar...
Oğlunun elini tuttu:

" Eğil bak oğlum. Sana bir sır vereceğim. En sevdiğim oğlum, gözağrımsın benim."

Büyük oğlu merak etti. Kulağını babasına doğru eğdi:

" Yerde yatağımın altında sakladığım bir boynuz vardır. Onun içinde, rahmetli ananla benim yıllardır alın terimizle biriktirdiğimiz, seni ve torunlarımı, çook uzun yıllar rahat ettirecek hazinemiz vardır. Eğer, sen geldiğinde hakka yürümüşsem, onu al. Kardeşlerine sakın bi şey deme. Duyarsam kızarım bak!"

Muhittin Beyin bu kısa konuşması, büyük oğlunu " Zank!" Diye olduğu yere mıhlamıştı..!

Babası hala "Söz ver bana kimseye demicen bak!" Diye ısrarla elini sıkıp ondan söz almaya çalışıyordu...

Devamı gelecek

Emine Pişiren/ Kocaeli-Gölcük

Hiç yorum yok: