Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

5 Mart 2019 Salı

BOYNUZ (2)



Kapıyı açar açmaz, kapıda bir polisle karşılaşmıştı. Arkasında iyi giyimli, iki genç memur bayan durmaktaydı. Genç olanı konuştu:

"Muhittin Bey, iyi günler. Biz belediyenin sosyal hizmet müdürlüğünden geliyoruz. Sizi, kış mevsimi boyunca konuk edebileceğimiz, dinlenme tesisimize götürmek için geldik."

Yaşlı adam sevinsin mi, üzülsün mü pek bilemedi. Diğer memur bayan gülümseyerek arkadaşından sözü alarak;

" Tabi, sizin de rızanız, izniniz olursa..."

Memurun son sözcükleri beynini karıncalandırmıştı. Hafiften başı dönmeye başladı. Zaten, ayakta zor duruyordu. Sıkıca tuttuğu kapı kolundan güç alıp doğruldu. Sırtını dikleştirdi. Derin soluk alıp, kapıdaki görevlilere gülümsedi. Bakışlarını onların üzerinde tek tek gezdirdi. Sonra da boğazında yurkunmasını zorlaştıran, yapışkan duygu sıvısını hafif öksürerek temizledi.
Böylece şaşkınlığını yutkunmuştu. Sesine gururlu bir renk katarak konuştu:

" İyi günler. Hoşgelmişsiniz. Buraya kadar boşuna zahmet etmişsiniz kızım. Üç oğlum, üç gelinim ve yetişkin torunlarım var. Onlar bana bakarlar. Endişeye mahal yok. Sağ olun."

Elindeki kalemle kâğıda birşeyler karalayan polis  memuru, herhalde tutanak tutmaktaydı. Bayan memurlarsa Muhittin beyi ikna etmekte kararlıydılar.

" Bakın Muhittin Bey...Komşularınızın ifadesine göre yalnızmışsınız. Üstelik kimseniz yokmuş..."

Diğer bayan memur;

" Yemeklerinizi kapınıza onlar getiriyorlarmış...Bize sizin zor durumda olduğunuzu, onlar ihbar etti. Hatta, kışlık odunla kömür alamadığınızı söylediler..."

Bunları duyar duymaz, Muhittin Beyin dudaklarında tutsak ettiği sözcükler, usulca yuvarlandı:

" Kimsem mi yok? İyi halt etmişler! Oğullarım var, benim...Gelinlerim de var... Kim dediyse yanlış demiş..."

Bayan memur, onu yine duymazlıktan gelmişti:

" Şayet, bizimle kendi rızanızla gelirseniz, kurumda görevli arkadaşlarımız size hergün üç öğün yemek verecekler."

Yaşlı adam mırıldandı:

" Aşımı kendim pişirecek kuvvetim vardır, çok şükür. Evet, komşular da sağ olsunlar, evlerinde pişirdiklerini getiriyorlar...Sıkıntı yok...Sağ olun..."

Diğer bayan memur da, sanki onu hiç duymuyordu. Sesine yerleştirdiği şefkatli ses tonuyla konuştu. Gözlerinde yumuşak bir ifadeyle yaşlı adamın omuzuna dokundu.

" Muhittin Bey,  sağlığınız daha güvenli ellerde olacak. Hadi bizi üzmeyin de gelin. Sağlık görevlilerimiz her gün hizmetinizde olacaklar. Ve sizde böylece bu kışı sıcak, huzurlu, güvenli geçirmiş olacaksınız."

...
Aslında yaşlı adam için bulunmaz bir nimetti. O an sanki gökten düşmüş üç melek karşısında durmaktaydı...
Bakışlarını kırgın, gücenik bir ifadeyle tek gözlü odasında kısa bir an gezdirdi.
Hayal meyal Sultan kadını gördü. Yeni satın aldığı yaldızlı boya ile ışıl ışıl parlayan teneke sobaya odun atıyordu, can yoldaşı...

Özlediği sesi kulağının derinliklerinden akisler çizerek, yansımıştı odanın içine...

"Çavuşum, sana şölee közde bi güzel patetes pişiriverem, üzerine tereyağ sürüverem de ye ha..."

Sultanının közde pişirdiği patateslere kırışmış ellerle yağ sürerken ki, hayali düştü. O gün onun kekik kokan ellerini nasıl da öpüp koklamıştı:

" Ben sensiz ne ederim?.. gözümün nuru Sultanım... he söle ne ederim? Allah benim ömrümden alsın, sana versin, versin be kadınım."

Sonra Sultan kadın onu itelemişti...

" Allah, yazdıysa bozsun. Töbe de çavuşum. O nasıl sözmüş, öle! Töbe dee!"

Sultan kadın, avuçlarını göğe doğru kaldırmış, dualar etmişti.

" La havle vela kuvvete..."

"Allah beni senin ardına komasın sakın. Ben asıl sensiz yaşayamam çavuşum, töbe de!"

Sonra birbirlerine sarılıp, hem ağlayıp hem gülmüşlerdi, aha şu tek göz odalarında. Acı tatlı ömür sürdürmüş oldukları, evcağızını bırakabilir miydi ki hiç?
Bırakamazdı!
Allah, kabul etmişti Sultanının dualarını. Bir yıla kalmadan akciğer kanserine yakalanmıştı.
Gözlerine düşen kareler, şimdi canını acımaktaydı. Pınarlarındaki biriken yürek özünü elinin tersiyle sildi. Sinek savar gibi eliyle havayı öteledi...

Ya, anılarını..?
Ya, her gün onu ziyarete gelen Sultan kadınını?..
 Aha, şu odada nasıl bırakıp giderdi ki..?
Hem bir ay sonra bayramdı. Oğulları, onu bu evde ziyarete geleceklerdi. Belki, bu bayram torunları da gelirdi ha..!
Hem bir ay nedir ki? Çabucak geçiverirdi...
Sessizce düşündükleri, kararını çabuklaştırmıştı. Tekrar kapıdakiler döndü:

" Sağ olun. Ben evimde kalmak istiyorum. Oğullarım gelecek akşama. Onlarla da bu durumu görüşmeliyim...Sağ olun..."

Kapıdaki görevliler daha fazla ısrar etmediler. Zaten, ziyaret edecekleri çok ev vardı.
Polis memuru hazırlamış olduğu tutanağı iki memura imzalatıp, evrakı yaşlı adama uzattı.

" O halde şuraya imza atmanız gerekiyor."

Eline uzatılan kalemi alınca, bakışları gölgelendi. Tereddütlüydü.
Bayan memurlardan genç olanı;

" Efendim, gelmek istemeyen yaşlılarımızı tespit tutanağıdır. Size odun kömür ve yiyecek yardımı yapılacaktır."

Diğer memur ekledi:

" Bundan böyle evde bakım için sizi, sağlık görevlileri ayda bir kez ziyaret erecektir. Herhangi bir sıkıntınız olursa, şu telefondan bizimle iletişime geçebilirsiniz. İyi günler dileriz"
...
Memurlar gittikten sonra mutfağa titreyen bacaklarla yöneldi. Emektar buzdolabını açtı. İçi boştu! İçinde yarım siyah zeytin olan kavanoza uzanıp aldı. Daha sonra da, mutfak kapısı koluna asılı, içinde Havran ekmeği bulunan bez torbayı çekip aldı. Sesli düşündü:

 " Eh, bugüne de şükürler olsun!"

Cam kenarındaki sedire yerleşti. Battaniyesini sırtına attı. Zeytinle ekmeği katık ederek yemeğe başladı.
 Ara ara dışarıyı gözleyen yaşlı adam, gelen memurlarla yaşama tutunacağı, yeni bir umudu daha olmuştu. Sultanı hep derdi ona:

"Bir insanın canını Allah alacağı zaman nasibini de kesermiş. Bana artık çorba verme Çavuşum. Midem almıyor işte, almıyor. Bak, geri çıkıyor verdiklerin de... Sana da iş çıkıyor. Verme Çavuşum verme..."

O anlar, usundan yuvarlanınca, zeytin ekmek yemeği elinden bıraktı. Daha fazla tutamadı içindeki alev alev yakan lavları...

Sonra deprem sonrası bir sessizliğe bıraktı kendisini. Boş boş cama yapışmıştı bakışları.
Ne kadar öyle kaldı, bilmiyordu. Bir sesle irkildi!
Adı seslenilmişti.
O ses nereden gelmişti? Neredeydi?
Boyuttan boyuta geçmişti.

"Allah'ım sen aklıma mukayyet ol!"

Ses dışarıdan, sokaktan geliyordu. Gözlerini kısarak aşağı doğru uzandı bakışları. Herzaman taze balık satın aldıkları balıkçı Mehmet'ti, seslenen.

" Muhittin Amca...Muhittin Amca... Taze sardalyalarım var...Yeni çıktı denizden... Vereyim mi bir kilo?"

Camı buğulanmamıştı soluğundan. Eliyle camı silip daha dikkatli baktı. O anda balıkçının el-arabasının üzerinde ki, bir nesneye dikkat kesildi!

Bu bir öküz boynuzuydu!

Aklına o an Sultan geliverdi. Sözleri geldi. Ve içinde bahar gibi umut yeşerdi.
Hiç düşünmeden pencereyi açıp, aşağıya seslendi:

" Sağ ol Mehmedim. Bugün almayım. Ama o boynuzu bana satar mısın? Boynuzu istiyom oğlum..."

Balıkçı Mehmet, şaşırır. Ama çabuk toparlar kendisini.

" Ayıp ettin be Muhittin amcam. Benim hediyem olsun sana. Herşey para mı? Uzat sepetini..."
İri boynuzu sepete yerleştiren balıkçı Mehmet merakla sordu:
" Amcam bu boynuzu ne için istedin? Napcan?"

Devam edecek

Emine Pişiren/ Kocaeli- Gölcük

Hiç yorum yok: