Akçay'ı özlemiş bir vatandaşımız "Akçay Edremit" grubunda şöyle sormuş.
" 30 yıl önceki iğde ağaçları, deniz içindeki o tatlı su fiskiyesi hala duruyor mu? Bizim zamanımızda bahçelerde artezyen suları vardı. Acaba şimdi Akçay nasıl, bilen var mı?"
Bir kaç yoruma değdi gözlerim. Hepsi eskiye özlem dolu ve sitemkârdı.
Körfeze ilk geldiğim yıl 1992 senesiydi.
Kıyılar daha masum, yol kenarlarında ne evler, ne de görüntü kirliliğine neden olacak sanayi kuruluşları, asbest tozlarıyla havasını kirleten mermerciler vardı...
Gümüş iplik gibi Çanakkale'ye kadar uzanan yolumuz vardı.
Tıpkı yeşil kadife görünümlü sıra sıra yaslanmış zeytin ağaçları arasından aracımızla keyifle yol alırdık, Asos'a doğru...
İki şehir arasında gidip gelirdik...
Şimdi düşünüyorum da istenirse özlemleri kucaklayabiliriz...
Bu konuya açıklık getirmek adına yine İstanbul'u örnek göstereceğim...
İstanbul'un tarihi dokusu olan Pera'sında (Cihangir semtinde) tam 9 yıl yaşadım. Beyoğlu yeribe "Pera," diye telafuz etmek daha çok dilime hoş geliyor nedense...
Belki de sözcük anlamı yakışıyor naftalin kokulu sokak, caddelerine...
Pera'yı ben hep, tarihi çok zengin bir semt. Manastırı, hastanesi, kuleleri, tünel, kliseleri vs, ateşelikleriyle dünyaya açılmış bir göz olarak düşünmüşümdür.
Romanı, Süryanisi, Hristiyanı, Arabı, Almanı, İtalyanı, Rus'u, Rumu, Ermenisi, vs, kısacası, doğulu, batılı, Avrupa'lısı olmak üzere mozaik bir kültür yaşıyordu.
Barları, gece klüpleri, eğlence, vs, sosyal dokusu zengin seçenekli güzide mekanlarıyla Pera gündüz farklı, gece daha farklı olurdu...
Sokak çocukları, tinerci, kapkaççılar korkusu yaşarken geceleri, gündüzleri işe giderken küf kokulu tarihin sokakları bu kez de sarhoşların kusmukları kirlenirdi.
Alaca karanlık çöktükten sonra şöyle Pera'ya doğru yürürken hayat kadınları, travesti kavgalarina tanık olurdunuz.
Öyle ki, konut sakinleri sokağa çıkamaz olmuşlardı geceleri...
Hele hava kararmaya görün, eve sağlıklı gidebilme kaygısı yaşardık.
Kısacası her türlü gönül, göz, akıl, duyu kirliliğine tanık olurduk 1980'lı yıllarında bile...
Gün geldi, Taksim Akm'de ki işyerinden emekli olduk, ev sahibi olup taşındık Pera'dan karşı kıyıya...
Bir kaç yıl sonra aynı sokakları gezdiğimizde her şeyin çok değişmiş olduğunu gözlemledik...
Kaldırımlar çiçeklenmiş, adım başı rastladığımız renkli çöp kutuları, " Yeri değil beni kullan," dercesine albenili, sıvaları dökük yamalı, küf kokulu o soluk renkli tarihi binalar renk renk boyanmış gördük.
Eski birahaneler el değişmiş, Paris'in kafeleri gibi benzer mekanlar açılmıştı.
Raflarında kitaplar dikkatimizi çekiyordu. İşyerleri daha seçkin ve otantik görünümlüydü.
Hasarlı yollardan eser yoktu. Özellikle yağmur yağdığında " cupp" diye ayaklarımızın içine girdiği, o kaldırım taşları eskiyi yaşatırcasına onarılmıştı.
Deniz gören yerler çiçeklenmiş, renk renk ahşap banklar konulmuştu. Sakınarak girdiğimiz tenha yerler, sokak lambalarıyla aydınlanmıştı...
Evlerin pencerelerinde bile elde örülmüş tüller asılmış, eskiyi yansıtmaktaydı.
Koca bir Pera'ya âdeta sihirli bir değnek değmişti. Bir semt nasıl değişebilirdi bu derece?
Soruyu esnaf yanıtlamıştı.
Sorunlardan, kirlilikten yaka silken halk çözümü, " Beyoğlu Cihangir'i Güzelleştirme Derneği" kurarak başarmıştı.
Belki de aynı ilçede yaşayan, kıymetli sanat elçimiz yakışıklı Ediz Hun sayesinde gerçekleşti bu çevresel değişim.
Nasıl olursa olsun, kim sebep olursa olsun, hayranlukla izlediğimiz Pera' nın bu gözle görünen bu değişimiyle taşınmaz mülklerin değerini de en az on kat arttırmıştı.
Demek ki, istenirse başarı kaçınılmaz oluyormuş.
Eskiyi korumak adına yerleşik halkın çabası çok önemliydi.
Bunun için ego savaşını bırakıp el birliği ile yerel yönetime proje sunup eyleme geçirmek gerekir.
Gelelim günümüze...
Yıl 2020...
5 yıl sonra geldiğim Akçay'da sivil toplum örgütleri 20 yıl önce nasılsa, 20 yıl sonra da aynıydı.
Ama değişim gözle görünür derecedeydi..!
Görünen o ki, Edremit başta olmak üzere, Akçay, Güre, Altınoluk, Ören'in yüzlerce zümrüt yeşili ağaçları kesilmişti. Yerlerini büyük AVM ve konutlar almıştı.
Küçük ilçe yapılaşarak şehirleşmeye doğru gidiyordu.
Ama doğası katledilerek...
Artık o mis gibi körfezin suyuna havasına "hasret tespihi çekeceğimiz" kaçınılmaz olacaktı.
Nasıl mı?
Artezyen sularına lağım karışarak...
Turizim cenneti denizimiz aynı lağım suları, zeytin kara suları ile kirlenerek...
Oksijen deposu Kazdağlarımızın suyu da havası da altın arayıcıları tarafından binlerce tarihi göknar ağaçları, zeytinliklerimiz kesilip, sularımız siyanürle kirletilerek...
Çözüm şart..!
Nasıl mı?
Halk el ele olarak, tıpkı eskiyi özlemiş Pera halkı gibi yeniden evrimleşerek eskiye dönerek...
Niçin, uzaklardaki kişi " Acaba o yer hala aynı mı?" Diyerek üzülsün?
Çok geç olmadan değişim şarttır.
İstanbul Cihangir Halkı başarmış. Neden Edremit Halkı da başarmasın?
Örneğin;
Eskiyi yaşatmak adına; EDREMİT AKÇAY'I GÜZELLEŞTİRME DERNEĞİ kurarak, ilk eyleme imza atabiliriz.
Emine Pişiren/AKÇAY
Dip Not:
"Fotoğraflar Ayşe Benli'nin arşivinden alınmıştır. Kendisine teşekkür ederim."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder