Çocuklarımızı büyütürken, onların özgüvenlerini kazandırmak amacıyla çırpınırdık. Öyle ki, 0 ila 6 yaş sonrasında dahi bir anne/ baba olarak, onların kişisel gelişimlerinde aktif pasif rol bize düşerdi.
Zorlandığımız zamanlarda kimi kıymetli doktor, psikolog yazarlarımızın kitapları ışığımız, rehberimiz olurdu, genellikle...
Haluk Yavuzer, Doğan Cüceloğlu, Özcan Köknel, İpek Ongun, vb yazarların kitapları hala raflarımdadır.
O sararmış sayfaları bugün bile karıştırırım.
Nasıl unuturum o geçen yılları?
Bakışlarım durgun mavi körfeze daldı bir an...
Yaşadığı şehirden çok uzaklara gidip okuyacak kızımın valizini hazırlarken dahi gözyaşlarımı sakladığım o gün geldi durup dururken şimdi...
Evinden çok uzaklarda farklı hayatlara dokunacaktı kızım.
O okurken dahi, en çaresiz ve sıkıntılı günlerinde ona mektuplar yazardım. Hala saklarım o mektupları.
Bugün kitaplığımın raflarının tozunu alırken elime Psikolog İpek Ongun'un, " Bir Genç Kız Yetiştiriyorum" adlı kitabı geçti.
Kitabı elimde tutarken gözlerim nemlendi.
Çünkü o kitap, ilk göz_ağrımızı yetiştirirken aldığım ilk kitaplardan biriydi.
Kitabın tozunu aldıktan sonra raftaki yerine koyarken içinden ikiye katlanmış bir kağıt düştü. Kağıdı açtım. Kızıma yazmış olduğum mektuplardan biriydi.
Tarihe baktım. 1998 yazıyordu.
Depremden 1 yıl önceki tarihti...
Ve kızımın baba ocağından ilk kez ayrıldığı tarihti.
Mektubu gözyaşları içinde okurken şu satırları zorlukla okudum.
"...Sevgili Kızım,
Şimdi benden çok uzaklardasın. Hayat belki sana kolay sorular sormayacaktır. O soruları yanıtlarken zorlanacağın günlerin de olacaktır. Son mektubunu ağlayarak yazmışsın.
Mektubunda hem beni, hem babanı suçluyorsun.
Neden kızım?
Satırlarındaki eleştiri oklarını düşünmeden bize attığını görüyorum.
Diyorsun ki;
" Anne, siz bana ipekten halılar sermişsiniz. Ayaklarım incinmesin diye. Meğer, dışarıdaki hayat çok kötüymüş! Yollar dikenli ve taşlı. Yürürken ayaklarım kanıyor. Yara oluyor. Dizlerim kanıyor anne! Ne üfleyip acısını geçirecek, ne de yaralarıma merhem sürecek annem var yanımda. Ve ne de babam... "
"...Sevgili Yavrum,
Seni çok iyi anlıyorum. Haklısın. Evinden çok uzaklardasın. Tabi ki zorluklar yaşıyacaksın. Hayat her zaman tepside mevvalar sunmadı bize.
Onları kazanmak için zor ve çetinlikleri de yaşattı bize.
Sen şimdi evinden çok uzaklarda o dikenli, taşlı topraklı yollarda yürümeyi de öğrenmelisin. Bu yüzden gittin okumaya.
Nasıl ki, ipek halıda yürümeden önce emekliyordun, düşe kalka yürümeyi öğrendin, şimdi hayat yolunda da aynı düşüşleri yaşayacak, öğreneceksin.
Bunun için lütfen kızma bize.
Uzaklarda da olsak, babanla bir nefes kadar yakınız sana.
Sakın vazgeçip pes etme. Arkadaşlarınla iyi geçin.
Sessizliğin içinde kendi sesin olmayı dene yavrum.
Çünkü farklı hayatlarla birlikte yaşamayı da öğrenmen gerekecek. Ve kimsenin acılarıyla sakın alay etme. Kimseyi küçük görmemelisin.
"...Bak Canım Yavrum,
Sana şimdi kısa bir yaşanmışlık anısı yazacağım:
"...Yurt dışında tıp okumakta olan bir üniversite öğrencisi şöyle anlatıyor.
' Bizim üniversitede genç kızların kullandığı saatlerden takan bir erkek doktor vardı. Onun bu hâline sürekli güler, eğlenirdik. Sonradan öğrendik ki, o taktığı saat, ölen kız çocuğuna aitmiş.'
...
Gördün mü canım yavrum. Nice hayatlar var ki, onlar belki de sevdiklerinin kayıplarıyla yas tutuyor, olabilirler.
Onları gördüğünde sakın alay etme.
Çünkü kızım, acılarıyla kıvranan yürekler sessiz ağlarlar.
Annen"
...
Mektup elimden düştü. Omuzlarım çöktü. Şimdi evimde oğlumla karantinadayız. Baharı gözlerimizle camdan görüyoruz.
Mayıs yaklaşırken, kırlarda papatyalar tomurcuk vermiş. Kiraz ve ayva ağacı var bahçemizde. Çiçekler açmış. Dağları görüyorum. Yemyeşil.
Ama baban, sen, torunlarım yoksunuz..!
İşte bu anlarımda acının en kötü rengi dokunuyor sol yanıma.
Vurgun yemiş yüreğimle sessizce yaslanıyor bakışlarım durgun mavi körfeze doğru. Fısıldıyorum:
"Bu yıl da yalancı baharı gördü gözlerim..."
Emine Pişiren / Kocaeli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder