Şu telefon cidden fazla akıllıymış. Ekranıma dokunur dokunmaz bir baloncuk zıplıyor sol alt köşeye.
Tam da klavye tuşlarının olduğu yere. Parmağım dokunursa şayet bir harfe, açılıyor Facebook'un yazışma bölümü.
Önceleri bildirimlerim kapalıydı. Ne güzel rahattım.
Baktım ki, kimi dostlarım gönül koyuyor, güncelledim. Şimdi kim, ne zaman on line? Tanımadıklarım dahi bana el sallıyor, yazıyor, vs, o sanal posta kutusunu tek tek silerken, taze bir baloncuk daha geliyor, gözlerime.
Açılınca profildeki ismini okuyorum. Tanımıyorum, kim?
Beyefendinin biri işte...
Üç nokta düşüyor ekranıma ve yazıyor, "Merhaba" dan önce;
"Evde mi, kaldın Emine?"
Sonra ikinci sorusu düşüyor ekranıma:
" Ne pişiriyorsun sen yine?"
Yüzüm kesekağıdı gibi buruşuyor!
Alışmıştım yıllarca diğer yarımın emaneti soy_adımla alay eden bu tip insanlara...
"İnsan pişiriyorum," diye hep aynı yanıtı verirdim.
Önce, "sil" tuşu ile veda etmeyi düşündüm. Ama bu çok kolay olurdu, o pişkin pişkin gülümseyen adama.
Kendimle söyleştim nedense yine:
'Onun özür dilemesini sağla Emine,'
' Bu senin en asli görevin, değil midir, yaşamında?'
'İnsan kazan.İnsan kaybetmek niye?'
'Ne der Yunus anımsasana.'
"Az söz insan yüküdür./Çok söz hayvan yüküdür."
Sonra toparlıyorum belleğimdeki sözcüklerin eteklerini, onu Yunus'un sözleriyle edebe davet ediyorum:
" Cümleler doğrudur; sen doğru isen./ Doğruluk bulunmaz; sen eğri isen."
Bunun üzerine o densizce yazan beye, tek söz ettim kendimce.
" Evet, evde kaldım düşman gelince. Hamdım, piştim seni görünce. Soyadıma dediğin gibi gelince. Şanıma yakışır, senin gibi insanları pişirince."
Bir süre sustu. Ekrana önce iki sözcük düştü.
" Özür dilerim."
Sonra ekledi:
" Densizlik ettim!"
" Saygılar sunarım."
En azından saygı yerini bulmuş, yeni bir duygu erezyonu yaşamamıştık.
İşte bu dakikalarda güne güzel başladığımı düşünmüştüm.
Günaydın.
Emine Pişiren
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder