Yüzeyim biraz, dedim kendimce. Denizde hani hafiften dalgalıydı dünlere inat.
Mantarlara kadar kulaçlarıma ara vermeden yüzmeyi hedefledi bakışlarım.
Bir ...iki...üç... içimden attığım her kulaçı saymaktaydım. Böylece hedefime acaba kaç kulaç sonrası ulaşacaktım?
Tam 25 kulaç atmıştım ki kulağıma bir kadın sesi çalınmıştı.
" Çok çaresiz kaldık. Kızım kendisini odasına kapattı..."
Hafifçe başımı sesin geldiği yana doğru çevirip kurbağalama yüzmeye başladım. İki hanım karşılıklı sohbet ediyorlardı. Sesleri rüzgarın esintisiyle bana doğru öyle net gelmekteydi ki, insan ister istemez kulak kabartıyordu.
İki hanımın sohbetine pike yapmak zorunda kalışım, belki de insan olan yanımdı.
Onlara doğru yüzerken;
" Merhaba. Biliyor musunuz, aynı filmi daha önce bende izlemiştim."
Hanımlar başlarını benden yana çevirip;
" Merhaba. Sahi mi?"
Demişti daha sınra adının Aygül olduğunu öğrendiğim kızı için üzülen hanım.
" Evet. Ergenlerin rolleri değişmiyor."
Diğer hanımefendi ilgiyle sordu:
" Öğretmen misiniz?"
" Evet. Aslında birkaç mesleğim var. Ama ben ikisinden hala emekli olamadım."
Her ikisinin bakışlarındaki ifadenin rengi aynıydı.
Merak...
Bu duygu, öğrenmeyi tetikleyen bir duyguydu. İstediğim de aynı duyguydu.
" Annelik ve Öğretmenlikten emekli olan birini bugüne kadar görmedim," dedim.
Başlarıyla onaylamışlardı beni.
Kalbi kırık, hüzünlü olan anne içini kum saati gibi bana dökmeye başladı.
" Kızım bu sene hiçbir üniversiteyi kazanamadı. Çok mutsuz ve babasıyla sürekli tartışmaktalar. Şu sıralar bizimle konuşmak dahi istemiyor. Odasına kapanıyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. Şaşırdım kaldım. Arkadaşları okuyacak, kızım okuyamayacak. Odasında ağlıyor."
Konuşmasını kesti.
Yutkundu.
Gözlerinin akları, aytaşı gibi parlıyordu. Belli ki, yüreğinin özleriydi o parlaklık.
İçim cızladı.
" Az önce, size ne demiştim?"
" Bu filmi daha önce ben de izlemiştim, dedim. Değil mi?"
Hanımefendi umutla sordu:
" Nasıl çözdünüz?"
"Kızımı karşıma aldım. Konuştum onunla."
" Ne olur söyleyin de bende aynısını yapayım."
"...Ona şöyle konuştum: 'Bak kızım. Sen ve arkadaşların sistemle yarıştaydınız. Sakın 'Kazanamadım,' diye gereksiz üzülme. Çünkü bu yarışta hayal kırıklığı yaşayanlardan ne ilksin, ne de son. Sen gibi milyonlarca genç açıkta. Hatta mezunlar da işsizler ordusundalar...
"... Üniversiteyi bitirmek sana sadece bir işyerinin kapısını açacağın anahtarı kazandırır. O anahtarla içeri girdikten sonra, masadaki kişi, sana der ki: Başka neyin var? Sen eğer ona, HİÇ sadece DİPLOMAM var dersen, 'Biz sizi daha sonra arayacağız.' Der ve seni o girdiğin kapıdan uğurlarlar.
"...Şayet, onlara sen 2 dil bilirim, ehliyetim var, bir kaç eğitim, öğretim, teknik, bilgi işlem, vb sertifikalarım, iş deneyimim var, gibilerinden görüşmeyi yaparsan; 'Ne zaman işbaşı yaparsın?' Derler...
"...Eh, bunun için şu boşta kalan bir yılı iyi değerlendirmen ve o artılarını çoğaltman gerekiyor kızım. Bu sene üniversiteyi kazanmaman bence bir avantaj. Yaşıtlarından 1/0 önde hayata atılacaksın. Böylece arayı kapatacaksın." Diye konuştum.
"Kızımı tam bir yıl meşgul ettim. 3-4 kursa birden yazdırdım. Meşguliyet kızımın üzülmesine engel olmuştu. Bir senenin sonunda istediği üniversiteyi kazanmıştı. Okulu bitirince de hemen iş hayatına atılmıştı. Çünkü özgüveni oldukça yüksekti."
Gözleri dolu dolu olan kadının solmuş gülüşleri ışıldadı.
" Ah, sizi Allah bana gönderdi. Ne güzel bir yol haritası açtınız şu an bana. Ah bir bilseniz!"
Gülüşümde sevgi vardı:
" Konuşun onunla. Silin ondaki suçluluk duygularını. Tesirini göreceksiniz. Hoşça kalın."
Yüzmeye başladım. Bir...iki...üç...
Kulaçlarımı neden sayıyordum ki?
İçime hafiften meltemler esmeye başlamıştı.
Bir hayata daha dokunmanın tatlı esintisiydi sol yanıma esen...
Emine Pişiren
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder