Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

19 Ocak 2021 Salı

GÜVERCİN YÜREĞİM...(6)


Yıl 2020...
Akçay'da ki yazlık evime 6 yıl sonra dönmüştüm. Kapıyı açarken bile zorlanmıştım. Güvercinler nasıl da pislemişlerdi. Duvarlar, panjurlarım, iki klimamın motorları felaketti. Güvercinlerin biri gidip biri gelmekteydi. Ne kadar da sahiplenmişlerdi biz yokken evimizi...
Gözlerim hüzün göletinde yüzerken karşı dublekste oturmakta olan komşum, aynı zamanda arkadaşım, seslerimizi duymuş olmalı ki, kapısını açmıştı. Beni görünce yüzü aydınlandı:
" Hoş geldin Emine."
Onu görünce ben de mutlanmıştım.
" Hoş buldum canım."
Komşumun yüzü aydınlanmıştı:
" Hele şükür ya! Nihayet geldin! "
dedikten sonra güvercinleri izleyen bakışlarımı yakalamıştı.
" Ah o kuşlar yok mu o kuşlar, buraları mahvettiler. Onları hiç sorma bana...Her gün süpür, süpür, temizle, bitmiyor pislikleri ..."
Güvercinlerin biri konup, biri uçmaktaydı panjurlarımın tepelerine. Onlara seslendim gülerek:
" Yahu, sizin ağaçlarınız yok mu da gelip evimi eviniz bellediniz?"
Sözlerime hep birlikte gülüşmüştük tabi...
Eve girmekte çekiniyordum. Altı yıl önce 5 kişi yaşadığım evime tek kişi olarak giriyordum.
İçeri girince de biliyordum ki, anılarım beni karşılayacak sol yanımı tırmalayacaklardı.
'En iyisi kendimi işe verip oyalamalıyım.' Diye düşündüm.
Yol yorgunluğunu üzerimden atar atmaz üzerimi değiştirdim.
Önce açılmamış kolilerden işe başlamıştım.
Elime geçen fotoğraf albümünü öylesine karıştırırken gençlik yıllarımızda ki, eşimle evlendiğimiz anlar, çocuklarımızla birlikte mutlu aile
fotoğraflarımız elime değmişti.
Arkama yaslanıp o yıllara kısa bir dönüş yapmıştım.
...
Eşimin haklı öfkesi karşısında tek çarem susmak olmuştu. Elinde Topkapı Saray'ına tayinim olan kağıdı tutmaktaydı.
Eşim aynı binada muhasebe müdürü olarak çalışmaktaydı. Tayin her ikimizin maneviyatını bozmuş, huzursuz etmişti.
" O sivri dilini bir türlü tutamadın Emine. Kapıyı ayağı ile açmışsa açmış. Onun eşşekliği..."
Artık susamazdım..!
" Lütfen daha fazla üzerime gelme Tuncay. Ben o anda bir bayan hastayı tedavi ediyor da olabilirdim..."
" Bak ne güzel...Hem hastan da yokmuş işte...Adam nereden bilsin içeride hasta var mı, yok mu diye? Neden dellendin öyle?"
Öfke burnumun ucunu kazıyordu sanki.
" Yahu, sence onun tekmeyle kapı açması etik mi? Hem gel bak... bak şu kapıya! Ne yazıyor? "
Harfleri heceleyerek okudum.
" Bak bak, koca harflerle RE...VİRRR... yazıyor. Okuması da mı yok bu adamın?! Gözü kör müydü o Hitler bozuntusunun?"
" Yavrum. O bir asker."
Eşimin o sözleri nöron uçlarımı tetiklemiş daha çok gerilmiştim.
" İyi ya...Ben de onun emir eri değilim. Bir hanımefendiyim.!
Ellerimi bedenime kavuşturmuş, başımı dik tutmuştum. Öylece bekliyordum. Eşim dayanamamıştı. Sarılıp kendine çekmişti beni.
" Ayy, sevsinler seni. Nasıl da küsermiş bana...Tamam canım. Haklısın...haklısın da.. Seni anlayıp, tartacak terazi yok. Hadi gel eşyalarını toplayalım..."
Aile huzurumuz da bozulmuştu. Hem yeni iş yerime iki araçla gidecektim. Tayin belgemde gerekçe de gösterilmemişti. Önümüzdeki aylarda anlaşılan, hakkımı aramak adına Ankara_ İstanbul hattında gidip gelecek biraz uğraşacaktım.
...
Yeni iş yerim berbat görünüyordu. Eski tarihi iki katlı cumbalı, ahşapları eskimiş, boyaları kabuk kabuk dökülmüş bir binaydı.
Alt katı genel tuvalet olarak kullanıyordu. İlk işim o tuvaletleri kapattırmak olacaktı.
Binanın içiyse dışından daha kötüydü. Üstelik leş gibi amonyak kokmaktaydı. Üst kata girilecek gibi değildi.
" Ah, o da ne!"
Kapı gıcırtı ile açılınca içeriden bir iki fare sağa sola kaçışmaz mı!
Ödüm kopmuştu.
" Alışacaksınız." Diye gülmüştü arkamdan bir ses.
Yanıma o gün, İlkin adında güler yüzlü tatlı dilli bir yardımcı bayan da verilmişti. Sesin sahibi oydu.
İlk günümde hoş karşılandım. Sanki yıllardır beklenen kişiydim. Tabi boş duranı kim severdi? Kollar sıvamıştık İlkin Hanımla. Kurumun doktoru senelik izindeymiş. Ona sürpriz olacaktı.
Marangoz, boyacı, seracı, vs, derken on beş günde tarihi bina tam bir sağlık evine benzemişti.
Doktor Durmuş Ali Bey'in merdivenden çıkarken ki ayak seslerine İlkin Hanımla birlikte sessiz gülüşlerle kulak kabartmıştık. Onun bize doğru gelişini gür sesinden anlıyorduk.
" Heyy, ben yanlış yere mi geldim? Buraya ne olmuş böyle?!"
Kurum doktoru içeri girer girmez işaret parmağını ısırmaktaydı.
Üç odalı tarihi binada muhteşem değişiklik karşısında şaşkın şaşkın etrafına bakınıyordu.
Kurt delikleri onarılmış, boyanıp cilalanmış masasını okşadı. Yeni döner koltuğunu eliyle döndürdü. Masa üzerinde sümen ve kalemliklere dokundu. Marangozlara rica minnet koyu patlıcan morundaki kadifeden yaptırdığım pano onu öyle mutlu etmişti ki, yaşlı doktorumuz koltuğuna çöküp sevinçten o renkli gözleri nemlenmişti. Yaşına bağlı o dalgalı kırlaşmış saçlarını ikide bir parmaklarıyla karıştırıp durdu. Hayretini ifade edecek sözcükleri toparlamaktaydı.
" Bu kurumda tam 20 yıldır çalıştım kızım. Dış kapıya bir paspas dahi koydurtamamıştım. Bunu nasıl başardınız?"
İlkin Hanım beni işaret etmişti.
" Doktor Bey, sizi tanıştırayım. Kurumumuzun yeni hemşiresi Emine Hanım."
Doktor Durmuş Ali Bey sevinçli telaşla ayağa kalktı. Elimi sıktı.
Masasındaki telefona uzandı. Tabi o da değişmişti. Atıl durumda ki antika bir telefonu Sarayın elektrikçisine tamir ettirmiş, boyahanede eski halini bulmuştu. Antik masaya öyle yakışmıştı ki...Doktor Bey artık içerdeki tedavi odasını görse bayılacaktı, kesin...
" Hay Allah bu da mı?! Anlaşılan ben öldüm, cennetteyim."
Dediğinde kahkahalarımız dışarı taşıyordu. Çaycıya telefon açtığında adamın mutluluktan yüzü ışıyordu.
"Oğlum bize şöyle, üç tane sıcacık tavşan kanı çay getir. "
Devam edecek
Emine Pişiren/ Akçay
Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

Hiç yorum yok: