İnsan kendisiyle başbaşa kalınca ne çok anı işgal ediyor aklını.
Hiç unutmam bir gün, tiyatro sanatçısı dostum Tuğrul Çetiner bana şöyle bir soru yöneltmişti:
" Emine'ciğim, emekli olunca ne yapacaksın?"
" Düşünmem lazım?"
Dedikten sonra, " Ya siz ne yapacaksınız?" Diye sorusunu ona yöneltmiştim.
Keçi sakalını sıvazlayıp," Sahil kasabasına yerleşme fikri sıcak geliyor bana..."
Bunun gibi benzer sorular üzerinde daha önce hiç düşünmemiştim. Çünkü o yıllar çok gençtim. Aklımda, fikrimde daha çok para kazanmak vardı.
Her yeni yıl öncesi eşimin aldığı milli piyango biletlerinin çekilişini bekler, daha sonra da hayal kırıklıkları yaşardık.
Kazı kazanlarla, spor toto kuponları doldurarak kanımızın kimyasını adrenalinle değiştirirdik.
Oysa ne boş hayallere zaman vermişiz.
Ve emeklilik gelip çatınca hayallerimizde küçük bir sahil kasabasına yerleşme hayali lekillenmişti bile... Tabi, bir de küçük teknemiz, neden olmasındı.
Eşim balığa çıkar, ben ev ve bahçeyle oyalanır, eşim denizden eli kolu balıkla dolu dolu geldiğinde onu koşarak karşılama hayalleri kurmaya başlamıştım...
...
Ve o gün gelip çatmıştı. Emekli ikramiyelerimizi masaya koyunca sahil kasabasında küçük bir yazlık evimize kavuşmuştuk.
Hatta, biraz artan parayla da 2.el bir araç da alıp ayağımızı yerden kesmiştik.
Artık yarım da olsa hayalimize kavuşmuştuk. Geriye bir tekne almak kalmıştı. Olsun, onun da sırası gelince alacaktık.
Öyle ya...hayallerin sonu yoktu ki...
Hep daha sonra, daha sonra diyorduk.
Tıpkı Brezilya'da yaşayan balıkçı gibi...
"...Küçük bir sahil kasabasında tatil yapan bir adam, kumsalda yürüyüşe çıkmış. Kıyıda mutlu bir yüzle balık avlayan bir adam görmüş ve ona doğru yürümüş. Adamın kovasında birkaç tane balık varmış.
Gülümseyerek sormuş adama;
-Ne yapacaksın bu balıkları? Yemek için mi avlıyorsun, yoksa satmak için mi? demiş.
Adam da ona gülümsemiş ve demiş ki;
-Biz bu kasabada yaşıyoruz. Sık sık bu kıyıya gelip balık avlarım. Eve gitme zamanım yaklaşınca eşim masayı hazırlar, salatayı yapar ve çocuklarımla birlikte benim dönüşümü beklerler. Sonra da balıkları kızartır, neşe içinde yeriz.
Sonrasında aralarında şu konuşmalar geçmiş;
-Peki, daha çok balık tutsan, yiyeceğiniz balıkları ayırdıktan sonra fazlaları satsan nasıl olur?
-Neden fazla balık tutup da satayım ki? Karnımızı rahatça doyurabiliyoruz.
-Fazlalarını sattığında kazandığın parayla kendine küçük bir tekne alırsın, böylelikle denize açılıp daha çok balık tutma şansın olur.
-İyi de o kadar çok balığı ne yapacağım?
-Çok balık tuttuğun zaman balık pazarında bir tezgâh edinip satma şansın olur. Hem o zaman daha da büyük bir tekne alırsın, kasabanın en çok satan balıkçısı sen olursun.
-Daha büyük tekne, daha çok balık, büyük tekne, daha çok balık, en çok satan balıkçı...Bunların bana ne faydası olacak ki?
-Minik bir balıkçı filosu kurabilirsin böylece. Kasabayı bırak, şehirde de tanınmış olursun o zaman.
-Filom olduğu zaman ne olacak peki?
-Daha da geliştirdiğini düşün işlerini; şöyle uluslararası bir balıkçı filosunun sahibi olduğunu. Holding bile kurabilirsin o zaman.
-Holdingim olduğunda neler yapabilirim?
-Canının istediği yere gidebilir, istediğin her şeyi satın alabilirsin. Villada yaşarsın, lüks arabaların olur, hizmetçilerin, korumaların vs.
-Ya o hayattan sıkılırsam ne yapacağım?
-Minik bir sahil kasabasına gidersin ailenle; sizi tanımayanların olduğu bir kasabaya. Sık sık kıyıya gidersin balık avlamak için. Eşin ve çocukların masayı hazırlayıp senin eve dönüşünü beklerler. Sonra da balıkları kızartır, neşe içinde yersiniz..."
...
Hepimizin anlatılacak bir hüzünlü, bir de mutlu hikayesi vardır.
Ben ve eşim hep hayal kurduk.
" Daha sonra?" Derdik hayal öncelerimizde.
Hayallerimiz küçüktü. Biz hiç öyle çok büyük hayallere koşmamıştık. Belki de bu yüzden elde edilmesi kolay olmuştu bir çoğu...
Ya daha sonra?
Ne olmuştu?
Hayat yoldaşım hakka yürüyünce " Daha sonram," olmamıştı.
Hayat, beni eksik bırakmıştı.
Şimdi yazlık evimizden çok uzaklarda artık hiçbir hayale koşmak istemeyen biriydim...
Emine Pişiren/Kocaeli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder