Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

12 Nisan 2019 Cuma

EFENDİM... (2)



Gece sıcaktan pek uyuyamamıştım. Kalkıp mutfağa yöneldim. Buzdolabındaki sürahiden bardağa şu doldurup bir yudum aldım. Dişlerim soğuktan kamaşmıştı. Buz gibi suyu ağzımda ısıtarak yuttum. Hani sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yermiş ya...Bende larenjit olduktan sonra daha dikkatliyim. Öyle log log log yutmuyorum soğuk suları.
Salona geçer geçmez televizyonu açıp gözlerimi azıcık oyalamak istedim. O da ne? Gece haberlerinde doların almış başı gittiği açıklanıyor. Kâbus gibi ya! Daha 2 gün önce dolar dört bin beş yüzlerdeydi! 

"Bu gidiş iyi gidiş değil," diye söylenip kanallar arası turladı gözlerim. 

Gözüme gönlüme göre bir program göremeyince kapattım televizyonu. Elimde tuttuğum bardak ılınmıştı. Suyu bir dikişte içtim. En iyisi yatak odama geçip biraz kitap okumak, diye düşündüm. Bir türlü bitiremediğim "Bunları Daha Önce Kimseye Anlatmamıştım" adlı kitabı alıp yatağıma uzandım.
Boğazımda biriken "duygu düğümlerini" yutkunarak okuduğum satırlar iyice uykumu kaçırmıştı. Alişan Öğretmenin öğrencisi Cihan'ın mektubu beni darmadağın etmişti. Gel de şimdi uyu uyuyabilirsen Emine... Bu nasıl bir hayat ya!
Cihan 15 yaşında 9 kardeşi olan ailenin tek erkek çocuğu. Üstelik belden aşağısı tutmuyor. Çocuk felci geçirmiş. Parasızlık ve fakirlik onun iyileşmesini geciktirmiş.
Babası tam bir zalimlik örneği...İlk 4 çocuk kız olunca Cihan doğmuş. O da sakat olunca, baba sürekli ," Bana erkek çocuk vermedin. Sakat bir oğlan doğurdun!" diyerek her akşam işten öfkeyle gelir, annesini dövermiş.

Ve öğretmenine şu satırlarla duygudaş olma çabasında: 

"Allah ayaklarımı almış, ama daha değerli birşey vermiş bana: Yaşama sevinci..."

Mektubunda babasının namaz kılmıyor, diye onu demirle dövdüğünü, sürünerek evden sabahın dördünde kaçıp parklarda uyuduğunu, bir adamın onu üşüyor diye evine götürüp tecavüze yeltendiğini...ve hayata tutunma çabalarını yazmıştı, Cihan.
Kitabı daha fazla okumak istemedim. Zaten uykum kaçmıştı. Bir de keçileri mi kaçırayım!
Sahi "keçi" dedim de...Acaba koyunları saysam uykum gelir miydi?

Bu düşüncelerle uzandım yatağıma. Yemyeşil kırların ortasında ahşap bir çitle bin adet beyaz koyunları imgeledim. Başladım tek tek atlatmaya...
Birinci koyun...İkinci koyun...Üçüncü koyun...
Onuncu koyunu çitten atlatamamıştım ki, görüntü değişmişti. Sanki çit ve koyunlar yer yarılıp içine girmişti.
Kumsalda bana sürekli "Efendim..." diyen adam görüntüdeydi.
Haydaa, şemsiye çakan adam da nerden geldi aklıma şimdi!??
Düşüncelerim flashbackle beynimde akisler çizmekteydi.
O anları çitten atlatıyordum şimdi de...
...
Kıyıdan açığa doğru 200 kulaç attıktan sonra sırtüstü mavi Ege sularına bıraktım kendimi. Hafiften geliyorum, der gibi esen imbatın o tatlı esintisiyle suyun yüzeyinde dalgalarla oynaştım bir süre. Kurbağalama yüzdüm bir süre daha. Kıyıdaki insanlar gözlerimin ufkunda küçülene kadar yüzdüm. Ufukta buğulanmış Midilli adası, arkamda göğe yükselen Kazdağları vardı. 

O an her şeyi unuttum. Hele zümrüt rengiyle öpüşen göğün maviliğine uzanınca bakışlarım yaşamak her şeye rağmen ne güzelmiş, diye düşündüm.
Az önceki düşüncesiz adamı bile unutmuştum.
İmbat hızlanmıştı. Dalganın birini kestirememiştim, "şlap" diye kulağımda patlamıştı. Kulaçlarımı sık sık atıp kıyıya varmak istedim. Kısa zamanda tükendim. Dalgalar izin vermiyordu. Bende onlara bıraktım bedenimi. Daha yavaş ve daha ritmik kulaçlarla kıyıya doğru yüzdüm.

Kıyıya vardığımda beni başka bir sürpriz beklemekteydi. Sergim ilk bıraktığım yerde değildi. Kumların daha seyrek bolca taşlık olan tarafa serilmişti.

Öfke burnumun ucundaydı. O adam yapmıştı. Bakışlarımla adamın şemsiyesi olan yeri taradım. Yoktu. Şemsiyesi, sandalyesi ve kumda sergisi vardı. Sağı solu boştu. Sergimi, çantamı yerden alıp o tarafa gittim. Buna nasıl cüret edebilirdi? İşgalci ruhlu insanlara oldum olası gıcıktım zaten. Bir iki metre uzağımdaki insanlar, " Şu tarafa doğru gitti," dediler. Belli ki, bu nahoş duruma onlar da tepkililerdi. Artık iş inada binmişti. Adam gelince bakalım neler yaşanacaktı?

Sergimi eski yerine serip uzandım. Yüzükoyun yatıp kendimi sabah güneşinin sımsıcak kollarına bıraktım.

Emine Pişiren/Altınoluk

Hiç yorum yok: