Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

19 Nisan 2019 Cuma

KALBİMİ KIRMA LÜTFEN ANNE!





Çocuk yetiştirmek kolay değildir. Hele günümüzdeki sanal dünyanın reklam sevdalısı doyumsuz çocukları yetiştirmek, daha da zordur!

Sabırlı olmak, ruh dinginliğini korumak her nekadar zor görünüyorsa da hoşgörülü olunmalı...

Hatta çocukla ebeveyn arasında empati köprüsünün kurulması gerekiyor.
Günümüz çocukları beslenmeleri yüksek kalorilidir. Peki, aklımızı şu soru zorluyor. Peki, enerjisi yüksek çocuk, aldığı kaloriyi nasıl tüketecek?
Hareketlenecek, düz duvara tırmanacak. Komşunun kapı zilini  çalıp kaçacak. Evdeki elektronik aletlerin dibine darı ekecek. Kısacası, eline geçirdiğini kıracak, dönecektir...
Vs...Vs...Vs...
Peki anne baba evdeki afacanı ne yapacak?

Üç uygulamadan birini yapacaktır.
Ya dövecek, ya onunla konuşacaktır, veya bir pedagogtan destek alacaktır.
Oyun terapisi, drama, vs çalışmalarıyla çocukların yüksek enerjilerini dengelerler. Böylece o anne ve babaların daha sağlıklı çocuklar büyüttüklerini görmekteyiz.

Japonların çocuk eğitimlerine hayranım.
Bir gün bir Japon kadını salondaki camdan top şeklindeki süs eşyasının kırıldığını görür. Tabi suçlu çocuğudur. Küçük çocuk korkudan ağlamaktadır. Anne kırılan değerli eşyasına üzülür. Ama çocuğunun ağlamasına daha çok üzülür. Çocuğunu karşısına alıp sorar.

" Bunu neden kırdın yavrum?"

"Zıplayacak mı, diye merak ettim anneciğim!"

Çocuk, o gün bir cam eşyanın kırılabileceğini "deneme yanılmayla" o yaşında öğreniyor. Daha dikkatli olması için annesi onu tembihler ve konu kapanır.

Peki, bizde benzer bir durum yaşanmış olsaydı, nasıl davranırız?
Gelin birlikte okuyalım:

Adam, karısına doğum gününde bir vazo hediye etti. Dar ağızlı, uzun, gösterişli bir vazoydu. Kadın, bu değerli ve pahalı hediyeyi çok beğendi. Onu evin en güzel yerine koydu.
Ertesi gün alışverişten dönünce koyduğu yerde, sehpanın üzerinde göremedi. Kocasının, dün vazoyla birlikte getirdiği kırmızı güller vazonun içinden çıkmış, oturma odasında yerlere saçılmışlardı. Hemen seslenerek oğlunu çağırdı.
Yedi yaşından büyük göstermeyen bir erkek çocuğu koşarak yanına geldi.

“Vazo nerede?” diye sordu oğluna.

“Ben onu kırdım” dedi çocuk.

 “Parçalarını da toplayıp çöpe attım. Hiç bir yer kirlenmedi anne. Çiçeklere de bir şey olmadı.”

Kadın birden deliye döndü. Bir süre söylenip durdu. Bu sinirinin geçmesine yetmemiş olmalı ki, üç dakika sonra çocuğun yakasından tutmuş çılgınca sarsmaya başlamıştı.

" Nasıl yaparsın! Baban onu daha yeni almıştı. Fiyatından haberin var mı?”
Ardından bir tokat patlattı çocuğun suratına. Çocuk titredi. İkinci bir tokat yemekten korkar gibi elini kaldırıp indirdi.

“Ben onu kırmadım” diye itiraf etti aniden. Sol yanağı, yediği tokadın şiddetinden alev alev yanıyordu.
“Orada koltuğun arkasında” derken göz yaşlarına hakim olamadı.

Sonra koşarak odasına gitti. Kadın olduğu yerde kalakaldı.
Acaba doğru muydu söyledikleri?
Gidip koltuğun arkasına baktı. Vazo orada duruyordu işte. Sapasağlamdı ve üzerinde bir çizik bile yoktu.

Birden müthiş bir pişmanlık duymaya başladı. Çocuğuna vuran eli, tıpkı oğlunun sol yanağı gibi alev alev yanmaya başlamıştı.
Peki neden böyle bir şey yapmıştı. Neden vazonun kırıldığını söylemişti durduk yere. Düşünerek işin içinden çıkamayacağını anlayınca doğruca onun odasına gitti.
Çocuk yatağa uzanmış, dizlerini karnına çekmiş, sırtı duvara dönük ağlamaya devam ediyordu. Annesi onu kaldırmaya çalıştı.
Çocuk inat etti ve kendisini, onun kollarından kurtararak yine yatağa attı. Sonunda kadın pes edip, oraya öylece oturdu.

“Niye yaptın?” diye sordu. O da, yattığı yerden, doğrulmadan anlatmaya başladı.

“Bu gün okulda bir çocuk, annesinin en güzel porselen tabağını kırmış. Annesi de ona çok kızmış. Ben de ona dedim ki, eğer böyle bir şey yapsaydım, annem bana hiç kızmazdı. Çünkü beni çok seviyor. O da, yaparsan görürsün dedi bana.”

Sözlerini bitirince yine ağlamaya başladı. Kadın en yumuşak sesiyle “Bebeğim,” dedi çocuğu kucağına alırken.
Çocuk bu kez hiç itiraz etmedi. Usulcacık başını annesinin göğsüne koydu ve hıçkırarak ağlamaya devam etti.

“Söz oğlum, bir daha bir şeyi kırarsan sana hiç kızmayacağım.”

 Bu vaat, çocuğun küskünlüğünü önlemek için oldukça iyiydi.

Çünkü ikisi de her an evde bir şeylerin kırılabileceği ihtimalinin farkındaydılar.

“Hiç kızmayacaksın ama!” dedi çocuk.

“Hiç!” dedi annesi.

“Söz mü?”

“Söz oğlum, hiç kızmayacağım.”

Oğlu birden yataktan atlayıp, koridora koştu. İçeriden büyük bir şangırtı geldi. Kadın koşarak oraya gitti ve gördüğü manzara karşısında adeta bir şok yaşadı.
Az önce pırıl pırıl parlayan o canım vazo şimdi paramparça olmuş, odanın her yerine dağılmıştı. Vazodan çıkan küçük bir süper kahraman maketi, parçalarla birlikte yerde duruyordu.

“Bu gün içine kaçmıştı” dedi çocuk. “Çıkartamadım, elim sığmadı. Söz verdin kızmayacaksın. Hem zaten tokadı peşin yedim.”

Sonra maket oyuncağını kaptığı gibi dışarı fırladı. Arkadaşları oynamak için onu bekliyorlardı…

Tabi yukarıdaki hikaye bazı anneler konu_dışıdır.

...
Anem hep derdi, " Çocuk yetiştirmek iğneyle kuyu kazmak, gibidir."
Gerçekten çocuk büyütmek için büyük sabır ve emek gerekiyor.

 Ve sevgiyle hoşgörü de katarsak zamana o küçük afacanlar sağlıklı birey olarak toplumdaki yerini alacaklardır.
Aksi halde; Nasreddin Hocanın su testisini kırmadan önce çocuğuna attığı tokadı atarsak eğer,  çocuklarımız ruh dengeleri ayarsız ve özgüveni eksik büyüyeceklerdir.

Biz en iyisi onlara dozunda sevgi ekelim, saygı biçelim  mi?
Ne dersiniz?
Aksi halde o çocuğun  yüreğindeki;
" Kalbimi kırma anne!" Diye attığı sessiz çığlığı asla duyamazsınız!

Sevgiyle kalın.

Emine Pişiren / Kocaeli

Hiç yorum yok: