Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

12 Nisan 2019 Cuma

KÖPEKLE YOLA ÇIKINCA...



Hiç unutmam 2006 senesiydi...
Bir kış vakti aracımızla Akçay'dan Çeşme'ye doğru ailecek yol almıştık.
Kış olmasına rağmen hava günlük güneşlikti... Eh bizim emektar aracımızın kliması da harika ısıtıyordu. Sorun yoktu. Akşama nasıl olsa geri dönecektik. Valiz hazırlanmasına hiç gerek yok, diye düşünmüştük.
Evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Dönüşte hava bozmuştu. Öyle böyle değildi. Sahil yolundan geri dönemezdik. Kıyı kesimlerimizi aşırı yağışlar nedeniyle seller basmıştı. Köprüler yıkılmıştı.
Bu demek oluyordu ki, sahil yolu kapalıydı. Biz kara yolundan Akçay'a gidecektik.
Çile bülbülüm çile!
Felaket bir yolculuktu.! Nasıl olmasın ki? Aracımızda ne zincir vardı, ne de kar lastikleri takılıydı.
Her yer bembeyazdı. Yol boyunca uzun uzun konvoy oluşturmuş olan tırlar, yolda kalan araçlar ve kar yağışı ilerlememizi engellemekteydi. Aracı ben kullanıyordum. Korkum, karanlığa teslim olup benzinsiz kalmaktı.
Göstergedeki kırmızı benzin ışığı sürekli yanıp sönüyor, uyarı veriyordu.
Korktuğumuz başımıza gelmişti. Üstelik bir yanı kaysan kaybolabileceğin dik yamaçları ve yarları olan Sabuncubel'de kar fırtınasına yakalamıştık. Kimi zaman önümde seyreden araç kayıp gözden kayboluyordu. Işık yoktu. Öndeki kamyonun ışığında ve geride bıraktığı teker izlerini takip ediyordum.
Başka seçeneğim yoktu. Bilmediğim karlı yollarda can taşıyordum.
Tabi dudaklarımdan dualarla milim milim yol alıyorduk...
Nihayet saatler sonrası şehrin ışıkları görünmüştü.
Hiç kimseye MANİSA Akhisar'da polis geçit vermedi ve ilçede konaklamamızı istemişti.
O geceyi hiç unutmam!
İlçedeki hiçbir otel bizi kabul etmemişti. Buna sebep olan tek neden "Pamuk" adını verdiğimiz küçük terriyerimizdi.

"Sizi otelimize kabul edebiliriz, ama köpeğinizle bu imkansız!"

Her otelin resepsiyon görevlisi bizi bu sözlerle uğurluyordu.
Ne yapsaydık yani? Kar fırtınasına onu bırakamazdık ki... Son çare bir otel kalmıştı. Eğer ki onlar da kabul etmese; 4 kişi ve köpeğimizle birlikte aracımızda uyuyacaktık.
Çaresizdik.
İçimizden ne kadar sövsek haklıydık da.
Otel sahiplerin hepsi de mi şafiydiler?
İşin en kötü yanı da 96 model Hyundai aracımızın deposundaki benzin azalmış olduğu gibi aracımızda bizi ısıtacak battaniyemiz bile yoktu.
Resmen kar tipi ortasında kalmıştık ailece.
Ne mi yaptık sonra?
Tabi umuda kurşun sıkmadık. O son otele gittik. İyi ki gitmişiz. Otel sahibi eski bir pehlivanmış. Üstelik de sıkı bir hayvan severmiş de...
O gece yolda kalan yolcuları ağırlayan tıka basa dolu otelindeki tek boş olan odayı anlatırken adam ter dökmüştü. Meğerse işçilerinin kaldığı, ayrıca kirli çamaşırların konduğu odaymış.
Ne yapalım? Boynumuz o an kıldan inceydi. Şartları kabul ettik: Bize verilen odaya çıktık.
İçeri adım atınca önce köpeğimiz dışarı kaçtı. Onun neden kaçtığını anlayınca güldük...
Çünkü odaya köpek bağlasanız durmazdı.
Havasız ve kötü kokmaktaydı.
Lavabosu kırık, duşu olmayan, günışığının iplik gibi sızdığı, küçük penceresi olan, Otel çalışanlarının ter kokuları duvarlara sinili, çatı katında ki, o odaya razı olmuştuk.

Emine Pişiren
" 2006 /Manisa Hatırası"

Hiç yorum yok: