Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

5 Nisan 2019 Cuma

TAKINTI...




Hepimizin mutlak bir takıntısı vardır. Bu ya çocukluğumuzdan kalma bir alışkanlığımızdır, ya sonradan bir olay sonrasında oluşmuştur.
Nedir takıntı? Sorusu gelebilir aklımıza.
Sözlük anlamı kısaca şöyledir:
Yanlış olduğunu bildiğimiz halde kafamızdan bir türlü atamadığımız mantık ve düşünceyle de uzaklaştıramadığımız saplantılı fikirlerimizdir.
Örnek vermek gerekirse;
Asansöre binmekten korkmak. Kapalı alanda kalmaktan korkmak.
Uçağa binmekten korkmak.
Dışarı çıktığında suyu, elektriği, doğalgaz ocağını açık bıraktığını düşünmek, vs...vs...vs, örnekler sayabiliriz.
Takıntılı bir eşle yıllardır birlikteydim. Fare, dedim mi sıçrardı, " bir daha söyleme" der kızardı bana. Bende onu kızdırmaktan çok hoşlanırdım, aynı sözcüğü yinelerdim. Kısacası bende de takıntı oluşmuştu. Ama öyle bir takıntım vardı ki , ne zaman yitirdim onu? İnanın unuttum.
Oğlum 4 yaşındaydı. Ateşli bir hastalık sonrası kaldırdığımız hastanede hem solunumu, hem de kalbi 10 dakika durmuştu. Bu tıp dünyasında uzun bir süreydi.
İstanbul Çapa Tıp Fak. Gerçekleşen bu hadise hastanenin literatürüne de geçmiştir. Bir ay gibi bizi hastanede lösemi teşhisi ile alıkoydular. İnceleme sonrası oğlumun "kan kanseri" olmadığı anlaşılınca taburcu olmuştuk. Ama bir çocuk hastalıkları kadın profesörün uyarısı, hala kulaklarımda akisler çizmektedir.
" Dua edin ki, kardiyak arrest hastanede iken gerçekleşti. Ya çocuğunuz uykudayken bu durumu yaşasaydınız? Helikopterle bile yetiştiremezdiniz. Şanslısınız!"
Söyleyin bana hangi anne, hangi baba bu uyarıdan sonra takıntı yapmaz?
Bende hala geceleri birkaç kez kalkar, oğlumun nefesini dinlerim. Ya uykudayken solunumu durursa?
Tabi bu takıntım John Golbins'in öyküsündeki parmağını emen adamın takıntısına benzemiyordu. Ama ölüm korkusu farklı bir takıntımızdır.
Yıllar öncesi anımsarsak, bir komedi sanatçımız Kemal Sunal tedavi edemediği uçağa binme takıntısı, gerçekten onun ölümüyle sonuçlanmıştır.
Parmağını emen adam yazmıştım az önce.
Yazayım devamını.
"...Bir gün bir psikiyatriste 30 yaşlarında bir adam geldi. Adam o yaştaki insanlarda nadir görülebilecek bir rahatsızlığını anlattı.

“Baş parmağımı emmeden duramıyorum” diye şikâyet ediyordu.
Psikiyatrist, hastasını dinledikten sonra “Fazla kaygılanmanıza gerek yok” dedi. Ve adama her gün sırasıyla farklı bir parmağını emmesini önerdi.
Bu tavsiyeye fazlasıyla şaşırsa da hasta denileni yaptı.
Fakat elini ağzına her götürdüğünde bilinçli bir karar vermesi gerekti:
O gün sıra hangi parmaktaydı?
Kısa süre sonra tekrar psikiyatristin kapısını çaldı adam.
Alışkanlığını terk etmeyi başarmıştı.
Hastasının anlattıklarını gülümseyerek dinleyen psikiyatrist, daha sonra şöyle dedi:
“Bir kötü yanımız alışkanlık haline geldiğinde onunla başa çıkmak zorlaşır.
Ama bu alışkanlık yeni tutumlar edinmemizi, yeni kararlarda ve tercihlerde bulunmamızı gerektirdiğinde, onun bu çabaya değmediğini anlayıveririz. Ve ondan kurtuluruz.”
“Hayatta işlediğimiz hataların çoğu düşünmek gerektiği yerde hislerimizle, hissetmek gerektiği yerde düşüncelerimizle karar vermemizden kaynaklanır.”
Başarabilene aşk olsun!

Psikiyatristleri uğraştırmazdık.
Bu yazım sonrasında bazı anne adayları bebek doğduktan sonra ağlamasın, diye emzik tıkamayacaktır, eminim. Çünkü her annenin şöyle bir takıntısı vardır:
"Yeter ki parmağını emmesin!"
Ama annenin bu eylemi daha kötü bir takıntısına neden olduğundan bihaberdir.
Seçimler öncesi iki siyasi partiye ve 25 kuruşa takmıştık kafamızı.
Bir sağ, bir sola dokunuyordu öfkeli bakışlarımız.
Bu da bir takıntı değil mi?
Kaygılarımızı körükleyen cinsten hem de...
İkinci bir kaygımız ise;
" Ya kazanamazsak?" Diye oluyordu... 

Genç der: " Ya sınavı kazanamazsam?"

Borçlu der: " Ya maaşımı zamanında alamaz, ödeyemezsem?"

Aşık der: " Ya beni aldatıyorsa?"

Vs...vs...vs...
Ya" lar uzar gider. Sonunda bbir bakmışız ki sizi takıntı hastası yapıvermiştir.
Takıntısız günler yaşamanız dileği ile...

Emine Pişiren / Kocaeli

Hiç yorum yok: