Merhaba Gönül Sayfama Hoşgeldiniz


Bu Blogda Ara

12 Nisan 2019 Cuma

ESKİ BİR MEKTUPTU... (2)



Mektubu bulduğum kitabın adı "Kader Otobüsü" idi. 1980 senesinin basımıydı. Yani mektubu yazan Ferit Bey, bu kitabı okuduğuna göre; o hala yaşıyor, demekti. Kitap Uncu Yayınlarına aitti.
Kitabı okumaya başladım: Başka türlü vakit geçmeyecekti yoksa...

"... Salondaki telefon kesik kesik çaldı. Yarbay Oktay Turan'ın telefona gitmediğini gören Madam Maria mutfaktan çıktı. Islak ellerini önlüğüne kurulaya kurulaya telefonun bulunduğu yere geldi ve kulaklığı aldı.
" Pronto..." dedi.
Telefonda bir erkek sesi, gayet bozuk bir İtalyancayla Yarbay Turan'ın evde olup olmadığını sordu. Madam Maria, ' momento' dedikten sonra kulaklığı eliyle kapayarak yatak odasına doğru uzandı ve:

" Colonello... Colonello..." diye seslendi.

Sonra banyo kapısının altından ışık sızdığını farketti. Herhalde " Colonella düş yapıyor" diye düşündü.
Kulaklığı bir tarafa bırakarak banyonun kapısına kadar yürüdü ve kapıyı birkaç defa vurduktan sonra;

" Colonella... Colonella, telefono..." dedi."

Ben böylesi kitap okumaya dalmışken, "hala siz burada mısınız? Herkes çıktı bile..."

Kapıda nöbetçi itfaiye şefi durmaktaydı. Ürktüğümü görünce özür diledi:

" Oda kapısını çaldım ama sanırım duymadınız...Galiba anonsu da duymadınız!"
İtfaiye şefine teşekkür edip hazırlanmaya başladım.

Mesaimiz 17:30' da bitiyordu. Amirim pek anlayışlı değildi. Sürekli kontrol altındaydım. Beş dakika geçinsem soru açıyordu. Tuhaf bir yönetim egosuna sahipti.

Ama o gün şanslıydık. Kar nedeniyle erken çıkacaktık.
Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. Benim gönlüme de...
Önce Cihangir'deki evimizden eşimin istediklerini küçük bir valiz yapıp tekrar yürüyerek Taksim meydanına çıkmak adeta işkenceydi.
Taksim'den Sarıyer otobüsüne bindim. Otobüs, Beşiktaş'a gelince ilerlemedi. Yıldız yokuşu trafiği felç etmişti.
Ortaköy' e kadar tam bir buçuk saatte varmıştık. Sonra trafik açılmıştı zaten.

Hastaneye vardığımda kolumdaki saat akşam yediyi gösteriyordu. İçimden mızıklandım. Kadıköy'e bu gidişle gidemeyecektim.
Eşim yüzündeki ifadeyi fark edince sordu:

" Ne o yüzün öyle? Limon yemişler gibi ekşitip duruyorsun, hayırdır bir şey mi oldu?

" Yok ya, bir şey falan yok! Şenle ilgili değil. Kadıköy'e gidemeyeceğim, diye üzülüyorum."

Ve eşime yaşadıklarımı anlattım. O da ilgilenmişti konuyla. Kolundaki saate baktığında o da kaşlarını alnının yukarısına doğru kaldırdı.

" Haklısın canım. Vakit de bir hayli geç olmuş. Kar da yağıyor. Malum sis de var. Vapurlar çalışmazsa ulaşımın zor olur senin. Yarın gidersin. Bende merak ettim. "

Eşime, " Fikriye Hanım bugün nöbetiymiş canım. Bugün gittim gittim...Kim bilir başka ne zaman görebilirim onu?" Dedim.

Eşim bunun üzerine,

" Ah, endişe ettiğin şeye bak! Kızım yine telefon aç. Öğren bundan sonraki nöbetini, olsun bitsin." Dedi.

O an jeton düşmüştü. Hangi huzurevi olduğunu 118 deki kızdan neden öğrenmemiştim ki? Hem Kadıköy'de kaç huzurevi vardı ki?

Eşim o akşam, eve gittiğimde telefon rehberinden tüm huzurevlerinin adreslerini bulabileceğimi söylemiş, beni rahatlatmıştı.
...
Geç bir saatte eve vardığımda doğru salondaki kitaplıktan sarı ptt rehberini aldım. Küçük kızımı daha yeni uyutmuş olduğunu söyleyen annem beni telaşlı görünce şaşırmıştı.
Ona, çok da detay geçmeden; bir arkadaşın annesinin huzurevinde yattığını benden telefonunu bulmamı istediğini söylemiştim. Asıl konuyu anlatırsam sabahı bulurdum.

Sarı rehberden birkaç adresi not etmiştim. Hepsi de birbirlerine yakın yerlerdeydi. Telefonun ahizesini elime alıp Kızılay Huzurevinin numarasını çevirdim. Santral memuru beni nöbetçi hemşire odasına bağlamıştı. Tesadüfün böylesine ne denirdi bilmem, ama telefondaki sesi duyduğumda çok heyecanlanmıştım. Bir mucize gibiydi o an!

" Buyurun ben Fikriye Hemşire...Ben kiminle görüşüyorum efendim?"

Devam Edecek

Emine Pişiren/ Kocaeli

Hiç yorum yok: